Scroll Top

BİLİM VE DİN ARASINDA ÖRTÜŞME VE KARŞITLIK


Dinsiz bilim aksak, bilimsiz din ise kördür.


Einstein

 

Rafi Okuyan

 

Düşünce tarihinin en köklü tartışmalarından biridir.Din  ve bilim arasındaki ilişkinin ne olduğu ? Bu ilişkinin karşıtlık temeline mi yoksa  örtüşme eksenine mi dayandırılması  gerekliliği, farklı düşüncelerin ortaya konulmasına  neden olmuştur. Din olgusunu “ilahi kaynaklı” olarak kabul etmeyen ve dini “insan düşüncesi “ ürünü olarak kabul ettirmeye çalışan görüşler ,dinleri  bilimin anti tezleri  veya sistematik karşıtı olarak değerlendirmeyi tercih etmişlerdir. Din  konusunda evrensel aklı ve buna uyumlu hareket etme durumunda olan insan aklını yadsıyan,  inancı kutsal olana / kutsal olduğu öne sürülene sorgusuz sualsiz itaat olarak kabul eden görüşler de bilimi tehlike olarak değerlendirebilmiştir. Bu iki karşıt görüş sistematiğinin  ana sorununun; birbirini analitik olarak elealmaktan çok,  yüzeysel olarak algılamaları ve önyargılar üzerinden hareket etmeyi tercih etmeleri olduğu görülür. Asıl gayeleri de; ne din ne bilim  adına hareket etmek ama bunları kalkan olarak kullanarak  birtakım  çıkarlarını savunma olanların ellerinde de bu durum keskinleştirilmektedir. Emeviler;” hayır ve şer Allah kaynaklıdır . O halde biz zulumler , haksızlıklar yapıyorsak ve zevk ü sefa dolu bir hayat sürdürüyorsak,  bu zaten Allah’ın bize yazdığı bir şeydendendir , bizden kaynaklı değildir” fikrini savunmuşlardır. Gazali’nin felsefeyi rededen , sorgulayıcı ve akla başvurucu yöntemi yasaklayan görüşleri, bu anlayışla kesişmiştir.İslam, “akıl edin” dese de onlar kendi çıkarları ve yorumları sorgulanmasın diye bu zihniyetlerini “din” diye dayatmışlardır. Allah inancını yadsıyanlar ve yerine insanı koymaya çalışanlar da Ortaçağ’daki kötü  uygulamaları ,engizisyon  kilisesi  yapmamış da Hristyanlık öğretisi yapmış gibi,  dini hedef tahtasına oturtmuşlardır.

Osmanlıda matbaayı yasaklayan bağnaz zihniyet dönem idarecilerinin ve şeyhülislamının değil de sanki İslam’da böylesine bir yasak varmış gibi yansıtılmıştır.

Materyalistler de önce “din gericidir ve egemenlerin hizmetindedir” savını öne sürmüş ve  dinsel inançları  bu kalıba oturtmak için gene din adına insanların  yaptıklarını,  din öğretilerinin kendilerine mal etmişlerdir.

Bu anlayışlar arasında ikisini de özdeşleştirmeye çalışan ; dini bilimle açıklamaya çalışan  ya da bilimi dinsel inanç derecesinde mutlak adeden görüşler sözkonusu olmuştur.

Önemle vurgulanması ve dikkate alınması gereken nokta; dinin işlevinin ve içeriğinin bilimi olumlama ya da yadsıma gibi bir gayesinin olmadığı gibi bilimin de dine karşı böylesine bir yapısının ve görevinin olmadığıdır. Ama kendini bilimin veya  dinin  savunma ya da diğeri ile mücadele etme misyonun  temsilcisi olarak tanımlayan kişilerin, bu görevleri atfetttikleri ya da  yükledikleri gerçekliği ortadadır. Bu görüşlerin herbiri,  haliyle kendisinin  “doğru” olduğunu öne sürmüştür.

 

Doğru kavramı bilimsel midir , dinsel midir ?

Doğru birdir. Düşünce birikiminin ana gayesi  de aslında buna ulaşabilmektir. Burada hemen yerinde bir soru sorulabilir: Kime göre doğru, neye göre doğru ? Eğer tüm bilgilerin  kaynağı “insan”dır  dersek  salt dogrunun olamayacagini ,doğrularin göreli oldugunu  peşinen kabul etmek zorundayiz. Bunun neden böyle  olduğunu açımlayalım: Eğer “doğru vardır ve insandan bağımsızdır” diyorsak,  peki bu doğruya insan nasıl varıyor ? Ona bakmak gerekir. Gerçekliği araştıran insan, metodolojik de çalışsa,  bu kapsamda  alet, makina da kullansa da nihai bilgi eleme ve sentezleme işini kendi beyninden bağımsız bir yerde yapmamaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak insandan  bağımsız olarak varolan  gerçekliğe -minimum  düzeyde de olsa- insanın öznel katkısının karışması  ile sonuçlanır.. Nüansları olsa da insan duyuları ile ulaşan  algılar, veriler  beyine aynı genel kurallarla ulaşır ve  işlenir.Mesela dünyadaki en gelişkin teleskopla Alfa Century’ı inceleyen bir araştırmacı , ulaşan  görüntü ne olursa olsun veya başkaca bir cihazdan bu görüntü nasıl yansıtılırsa yansıtılsın  insan  gözünün görüntü algılama kapasitesiyle sınırlı  olarak bu yıldızı görebilecektir.Dışardan gelen görüntünün ışığı, irisin retinaya düşürebileceği kadar iletilebilir ve veri beyine gözdeki optik sinirlerin iletebildiği kadar ulaşır ve beyin görüntüyü o şekilde değerlendirir..

 

Diğer yandan varsayalım ki insan “mucize “ gerçekleştirerek doğru denilen fenomeni salt gerçekliği ile algıladı . Bundan sonra başka bir asli sorun ile karşı karşıyadır:  Bunu nasıl  diğer insan(lar)ın doğrusu haline getirecektir ve genel doğru olarak nasıl kabul ettirecektir ? Bir insanın doğru olarak bulduğunu ,kabul ettiğini diğer bir insanın   doğru olarak kabul etmek ya da kabul etmemek gibi  bir özgürlüğü  sözkonusudur. Dolayısı ile gerek  ahlaki anlamda , gerek felsefi alanda, gerekse deneysel bilgi alanında doğruluğu iddia edilen herhangi bir veriyi, her insanın redetme hakkı da vardır. Bu deneysel ( ampirik )olarak kanıtlandığı iddia edilen bir veri de olsa. Dikkat edin lütfen. Burada nasıl olur o zaman bilim ve bilimsel sonuçlar hayata geçirilenler nedir ? Diye bangır bangır bir soru kulaklarda çınlayabilir. Hemen izahımızı verelim: Eğer bu  bilgi, mutlak bilgi olarak kabul edilirse, şüphelenilerek eleştirilmez ve anti tezi ortaya koyulmaz ise işte o zaman deneysel bilginin durması paradoksu ile karşı karşıya gelinir. Netice itibarıyla tüm positivist ve ampirik bilgiler dahi doğru ve ötesinde “mutlak doğru” değil, sadece ve sadece doğruya bir yakınlaşma çabasıdır. Ve kaçınılmaz olarak insanın ortaya koyduğu her doğru  bilgi, içinde mutlaka yanlışı barındıracaktır.  Keza  bu yapısıyla tam   objektif olanı değil objektif olana dair   özneli yansıtan olacaktır. Bugün en somut doğrulardan kabul edilen fizik kurallarına bakalım: Newton ile beraber mekanik fizik kuralları kabul edilmiş ve bu doğrultuda birçok icat yapılmıştı. Ancak nükleer fizik, bu kuralları değiştirdi ve bu kurallar çerçevesinde farklı yeni icatlar geliştirildi. Aradan birkaç on yıl geçince  bugün kuantum fiziğinin kuralları ,nükleer fizik kurallarının kabullerini geride bıraktı.  Fizik bilgileri, şimdi daha farklı boyutta değerlendirilmektedir. Mekanik fizik geçerli iken onun saptamaları doğru muydu , yanlış mıydı ? Mutlak doğruluğun neresinde yer alıyordu ?  Aynı zamanda kuantum gerçekliği ve doğruluğu var mıydı yok muydu ? Şüphesiz o zaman da kuantum gerçekliği vardı .Ancak insan henüz ayırdında değildi.

Bütün bundan daha önemlisi gerek materyalist anlayış ,gerekse idealist anlayış  herşeyin devinim içinde olduğunu kabul eder.(Aristoteles Tanrı’yı devinmeyen,herşeyi devindiren diye özetler ). Hal böyle iken şu  tablo ile karşı karşıyayız;  kendisi de herdaim devinen insan,  devinen herşeyi anlamaya çalışıp bunlara dair doğru olanı bulmaya çalışıyor(?!).Devinmenin de işlevini de  irdelemek de mümkün değildir. Herşey durmadan deviniyorsa heran değişiyorsa şeylere dair somut,değişmeyen bir bilgiden de sözedemeyiz .Zira sonsuz sayıda hal ve bunlara dair sonsuz sayıda yasa olma durumu sözkonusudur . Bu durumda bilimin gerçekliğe yaklaşımı kaba bir benzetme ile şöyle izah edilebilir: Her salisede bölünen bir madde tahayyul edersek bu maddenin anlık bir fotoğrafını çekip o fotografın yakalayabildiği halini anlamaya çalışması gibidir.Şeyin kendisi fotoğraftan önce , fotoğrafta ve sonrasında da farklıdır oysa. Değerlendirmeyi yapan  insan da ,fotoğraf makinesi de an be an farklılaşmaktadır. Bu gerçeklikle  insan algı ve bilgi sınırının ulaşabildiği;  gerçekliğe dair bir indirgemedir. Bu indirgemeyi   ele  alarak,  bunu değişmez  yasa olarak tüm evrene uyarlamak en azından bilimin kendisine aykırı olsa gerek.

Mutlak doğrudan ve salt gerçeklikten  sözetmek ancak ve  ancak mutlak doğru ve salt gerçekli kaynaklı bir bilgi olursa , mümkündür. Öznel ve değişken kaynaklı hiçbir verinin , mutlak doğruyu tarif etmesi -yukarıda anlattığımız kaçınılmaz subjektivite ve rölativite nedeniyle – mümkün değildir. Yani,  mutlak olmayan ve  devinen insanın , devinime ve devinen şeylere ait çözümlemeleri “mutlak doğru olmamaya” mahkumdur. Dolayısı ile devinmeyen, mutlak doğru, mutlak bilgi, mutlak iyi ve mutlak güç olandan (Tanrı “bunlardır” diyemeyiz ama bizim anlığımızla biz Tanrı’yı böyle tarif etmeye çalışabiliriz.) gelen bilgi ,  mutlak doğrunun tarifi olabilir. İnsanın bilim ve bilgi alanında  yaptıkları ise  bu doğrulara  yaklaşmak için, yapabildiğince emeklemekten ve birbirini takip edebilen indirgemelerden ibarettir.

 

Mutlak olana dair bilgileri Allah ,  insanlara  iletmiştir. İşte bunlar  din ve kutsallık çerçevesinde olanlardır.

İkra bismi rabbika ellesi khalaka. Khalaka elinsana min alakin.İkra ve rabbuka elekram. Ellezi allame bil kelami. Allama elinsana melam ye’lam:

Yaratan Rabbinin adıyla oku. İnsanı embriyodan/ilişip yapışan bir sudan/sevgi ve ilgiden yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir. O’dur kalemle öğreten.İnsana bilmediğini öğretti. (Kur’anı Kerim Alak suresi  ayet 1-5)

 

Allah ,  insana ne yaparsa yapsın,  neyi nasıl araştırsa araştırsın  kendi kendine  bilemeyeceği,  ‘’mutlak doğruya ‘’dair olanı öğretti.En değerli olanı verdi; mutlak bilgiyi.  Bu , en büyük en değerli hazineyi vermekle,  insana en büyük cömertliği yaptı. Aksi takdirde insanlık , yiyip içen üreyen ve sadece kendi maddi ihtiyaçlarına odaklanan diğer hayvanlar gibi yaşayıp gidebilirdi.

 

Dini öğretilerin  kaynağı filozofların düşünceleri midir?

İlahi bilgiyi verme ve yanısıra diğer konularda  bilgilendirme  süreci Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar yüzyirmi dört bin peygamber aracılığı ile oldu. Bu peygamberler sadece nasıl ibadet edilip nasıl oruç tutulacağının pratiğini göstermedi. “Mutlak doğruları” anlattı insanlığa. Yanısıra Soron, Thales , Budda, Konfiçyus, Hermes (diğer adı ile Hz. İdris ;ki peygamberdir) , Pisagor, Sokrates, Platon , Aristotales,Plotinus gibi şu anda akla gelen ve gelmeyen ne kadar bu kategoride bilge insan varsa,  doğruluğa iyiliğe ve tek tanriya dair söyledikleri ne varsa (kendilerine atfedilen herşeyi kastetmiyoruz) kaynağı işte insana bilmediğini öğretme misyonunundan almıştır.Hakikatı arama ,ona yönelme, her insanın evrensel varoluş amacıdır.İslam dini,  işte bu evrensel mutlak doğruların ana başlıklarının vahiy aracılığı ile Hz.Adem’den Hz. Muhammed’e kadar öğrettiklerinin adıdır.

İlahi dinlerdeki  inançların,  birtakım büyük filozof ve düşünürlerin anlattıkları ile örtüşmesi sadece doğruluklarını ve evrensel oldukları gerçekliğini  onaylar. Bu bilginler de  sözkonusu anlattıklarından dolayı değerlidir. Ancak, tek tanrılı inanç herbirinden önce de vardı sonrasında da varoldu ve varolmaya devam edecektir.

 

Din  metafiziki , bilim diyalektik midir ?

Dinin bilime aykırılığını öne süren düşünceler, kaynağını  materyalizmde bulur.Şüphesiz materyalizm  bir  felsefedir. İdealizm gibi. Materyalizm, insan bilinci kaynaklı /türetivli bir felsefe akımıdır. İdealizm, tanrı kaynaklı olarak ortaya çıkan ancak şüphesiz içinde insan türetimli bilgi ve düşüncelerin de olduğu bir alandır. Dini ,bilimin anti tezi gibi  öne sürmeye çalışanlar  diyalektik ya da metafizik metodları  bu felsefe akımlarının birine zincirle bağlamak isterler.  Yani idealizm sadece metafizk yöntem kullanır , materyalizm ise diyalektik yöntem kullanır gibi bir kanı yaymaya çalışırlar. Bu  doğru olmayan bir zoraki bir yakıştırmadır.

Diyalektik, idealizmin kullandığı bir metod olduğu gibi materyalizm de  metafizik yöntemi kaçınılmaz olarak kullanır. Özetle; metafizik,  fizik ötesinde olana yönelik olduğu için bu metodu işletmeden  hiçbir bilim seviyesinin kendini aşanı,  ötesini düşünmesi mümkün olamayacaktır. Netice itibarıyla metafizik ve diyalektik iki felsefe ana  akımının da başvurduğu metodlarıdır.

 

Din, doğmatik insan düşüncesi midir,  evrensel akıl bilgisi midir?

Dinin ilahi kaynağını yadsıyan düşünce, dini;“insan hayatını, insanın içinde bulunduğu evrenle belli ölçüde doyurucu ve anlamlı bir ilişkiye sokma çabası ve insani işlerin yürütülmesinde bilgelik sağlama girişimi” ve bunu “entelektüel bir plandan çok pratik ve duygusal bir planda gerçekleştirmeye çalışan. Diye tanımlar.Bu bakış açısıyla daha basit bir deyişle din: İnsanın dünyayı bilme ihtiyacından çok, dünyaya ve onu idare eden ilkeye, Tanrı’ya, insan hayatının bir anlamı olduğuna inanma ihtiyacına karşılık verir  “olarak  değerlendirir. Bu tanımlama, Tanrı yerine insanı koymaya çalışan , dini tanrısal kaynaklı değil ama insan türetimli olarak kabul ettirmek isteyen  ,somut olarak  açığa çıkış ortamını 15. ve 16. yüzyıllarda,  artık rahmani yoldan uzaklaşıp dünya hayatının nimetlerinin içine batmış  engizisyonist  kiliseye  karşı duruşta bulan , dinin yerine positivist deneysel bilimi ortaya koyan, bilgiye ulaşan insan,  tanrılaşabilir iddiasının yansımasıdır.  Bu anlayış, sadece o dönemde kalmadı. Gücünü arttırarak günümüze kadar devam ettirdi. Din , öncelikle insansal bir algılama ve açıklama değil, kaynağını  mutlak bilgi sahibi Allah’tan alan inanç sistematiğidir.

 

Dini inanç açısından ise  “merkezde dünyayı ve onu idare eden ilkeyi açıklama veya  buna Tanrı deme gibi bir yaklaşım” asla sözkonusu değildir.Allah,  insan aklının ve bilgisinin tarif edebileceği veya düşünelebileceği hiçbir şey değildir. Biz O’nun ne olduğunu değil, sadece ne olmadığını bilebiliriz. Velam yekun lehu kufuen ahad  Hiç kimse (veya şey) onun dengi ve benzeri olmamıştı ve olamaz (Kur’anı Kerim ihlas .4) ayetinde buyrulduğu gibidir.Din, kendini ve Allah’ı bu şekilde  tanımlamaz iken, din karşıtı  görüşün yakıştırmasını  doğru kabul etmek en azından bilimsel metodun kendine uygun değildir. Din, -insan subjektivetisinden uzak tutarak –    varlığı , varoluşu , insanın buradaki konumunu ve varoluşunun anlamını açıklar. Din,  Yaradan ve yaradılan arasında bir bilgi,  anlama ve iletişim sistemidir.Entellektüel bir birikim gerektirdiği gibi   duygusallık , sezgi ile bezenmiş bir kavrayışı ve bunlarla açığa vurulan bir fiiliyatı gerektirir. İnanç , sorgusuz sualsiz körükörüne kabul değildir. Ancak  inancı böyle kabul ettirmeye  çalışanlar da vardır.Bu şekilde tarif edilen     ” taassub” olmalıdır , ama buna din denilemez.  Yaradan, kendisine  akıl ederek,

bilerek , içsellleştirerek inanılmasını ister. Gerçek iman da budur.

 

 

Kutsal kitabımıza bakıldığında  hiç bir ayette;” Ey kul!  Biz dogmalar gönderdik senin görevin de bu dogmaları kabul etmektir”  diye bir buyruk yoktur. Tam tersine “akıl edin” diye ısrarlı çağrılar vardır. Tanrı, inancı bilmeden, anlamadan körü körüne kabul edenden değil,  bilen  kavrayan , içselleştirenden kabul edeceğini vurgulamıştır.. İbadet ise bunun kelam ve tavırla beyanıdır, tasdikidir.

Din, insan kaynaklı bir bilgiyi alarak kendine eklemlemez. İnsan kaynaklı her bilgi özneldir ve değişime mahkumdur. Mutlak bilgi,  yapısı gereği değişmezdir. İnsanın görevi kendisine gelen bilgiyi ezberlemek,  anlamadan ,içselleştirmeden , derinliğini idrak etmeden ve doğruluğunun izdüşümlerini , kanıtlarını, tutarlılığını görmeden inanmak, değildir. Tam tersine inanan neden inandığını kendi kendine ve diğerlerine izah edebilme yetisine ulaşmakla mükelleftir. Bu konuda ilerlerken insanın ulaştığı bilgi, akıl etme ve kavrama yetisi de hiçbir zaman için sonsuz değildir. Bu anlamda,  sınırlılık içinde olanın sınırsız olana dair ahkam kesmesi ve yanlışlamaya gitmesinin aykırı olduğunun idraki ile hareket etmesi gerekir.Kendince yanlış gördüğü veya tereddüt yaşadığı  tüm bilgilerin sadece ve sadece kendisinin vardığı bilgi seviyesinin yetersizliğinden kaynaklandığını kabul etmelidir.Cevapsız kalan sorularına “zaten dinde bunun cevabı yoktur” diye kestirip atmamalıdır.  Farklı kaynaklardan   daha çok bilgi ve daha detaylı veriye  ulaşmanın cevabı bulmakta ana ilke olduğunu unutmamalıdır. Kur’an-ı Kerim’de :Velaked ci’nahum bikitabin fasselnahu ala ilmin hudan ve rahmeten likavmin yu’minun. Biz onlara inanan bir topluma yol gösterici ve rahmet olması için,bilgiyle anlaşılan ayrınıtılı bir şekilde açıkladığımız bir Kitap getirdik .(Kur’an Kerim  Araf.52)

Daha fazla  ve daha çok boyutlu bilgi , Tanrı  bilgisini ve kavrayışını kolaylaştırır. Hz Ali demiştir ki:” Bilgiyi elde etmek adeta dindir ki Allah’a onunla yol bulunur.”

Düşünün  otuz yıl önce dahi insanın amellerinin melekler tarafından kaydedildiği söylediğinde bunu idrak etmekte zorlananlar; milyarlarca insanın her yaptığını kaydetmek nasıl mümkün oluyor ,nereye sığdırıyorlar,  hangi defter yetiyor,  hangi kalemle, daktiloyla yapabiliyorlar bunları ?  Diye sorarak, o günlerdeki insan bilgi ve bilim seviyesinde bu olaya derin kuşku ile bakıyorlardı. Otuz yıl sonra bugün bir çip içine dünyadaki tüm insanların bilgilerinin işlenmesinin mümkün olması ,bilgisayarın icadı ile bir kaç saniye içinde istenilen isim ile ilgili bilginin ortaya konulması,  muhayyilenin daha somut olarak nasıl yapılabilir olabileceğinin anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır.  Ancak bu durum,  meleklerin işini çiple, bilgisayarla yaptığı anlamına gelmez tabi. Nasıl anlatılacak 1000 yıl evvel: Bakın bu iş  mümkün. Hatta  ilerde birgün insan dahi “bilgisayar ” denilen bir şey geliştirecek , program kullanacak  dünya kadar  bilgiyi küçücük yere sığdıracak denilse idi  ne ifade edebilecekti ? . Din evrensel aklın söz bulmasıdır , bilgi yansımasıdır.Ancak, dinlere insan aklının ürettikleri yamanmaya çalışılmıştır ve bu yamalar hakikatı bilenler  açısından  her zaman için sırıtmıştır.Sökülüp atılmaya da mahkumdur.

 

Bilim ve din bilgileri nelerdir , aralarındaki ilişki nedir ?

Bilim nedir ?   Önce onu tanımlamaya çalışalım: Doğa, toplum ve düşünceyle ilgili daha ileri bilgi edinmeye yönelik araştırma alanı. (Felsefe Sözlüğü, bilim maddesi )

Bilimin bu tanımı dinamizmi ve  bilgide sürekli değişkenliği zorunlu kılar.

 

Bilimsel bilginin tüm kaynağı deneysel bilim midir ? Bilim sadece pozitivist bilimlerden ve bunların yapısı gereği muhtaç oldukları ampirik metodtan mı ibarettir ?Öyle ise bilimlerin anası olan felsefeyi nereye oturtacağız?. Felsefe bir düşünce işidir ve içeriğinin deneye tabi tutulacak bir tarafı yoktur.  Tarih alanında  hangi deney yapılabilir ? Sosyal bilimlerde hangi deneyler bağlayıcıdır? Her aynı şart(lar)ın  nerede ve hangi aynı sonuç(lar) doğurduğu görülmüştür ?

Eğer, evet sosyal bilimler de bilim olabilmek için deneyden, testten geçmelidir  deniliyorsa o zaman Marksistlerin,  Marksizmi hangi labaratuarlarda deneyimlediğini ,hangi insan topluluklarını kobay olarak kullandığını ortaya koyma durumları vardır. Ve daha ötesinde  bugün itibarıyla materyalist ideolojiyi tozlu raflara kaldırmaları gerek . Zira geçen yüzyılda çeşitli ülke ve topluluklarda deneyimlenen (yani pratiğe geçirilerek sınanan ) bu anlayışı bilimsel olarak sınavını kaybetmiş  kabul etmek gerekmiyecek mi?

Daha önemli bir şeyi sorgulayalım: İnsanlığın sahip olduğu tüm bilgi sadece bilimsel bilgiden mi ibarettir? Öyle olduğu iddia edilirse bilimin konu edinmediği  merhamet, sevgi, acı nedir ? Bunlar yok mudur? En basitinden bunların bilgisi nedir?

 

 

Dinin,  sahip olduğu  bilgiyi  insana sunup “kabul etmelisin” dediğinin aynısını bilim yapmıyor mu? Bir bilim adamının, ekolun bulduğu bilgi,  yayınla diğer bilim adamlarına ve kitlelere iletilerek,  kabul edilmesi istenmiyor mu? Bilimsel bir verinin kabul görmesi için uluslararası bir yayında yeralması zorunluluğu şartı koşulmuyor mu ? Netice itibarıyla “biz yaptık şu şu veriden dolayı kabul edin “ denilmiyor mu? Başkaca bir insan sözkonusu bilgiyi aldıktan sonra mutlaka aynı bilimsel metodu uygulayarak, aynı deneyimleri geçirerek mi kabul ediyor yoksa zihinde tarttıktan sonra mı kabul ediyor? Allah’a inanmayan biri  uzaya çıkıldığına inanıyordur. Bu konuda  bir deneyinimi  var mıdır acaba ? Bir kitap, dergi okumuş ya da bir görsel görmüştür. Yani deneyimlemeden çıkıldığına  inanmıştır. Allah vardır, tektir bilgisi de Kur’an’da yazıyor. Ve buna dair milyarlaca insanın hergün yaptıkları vardır. Bu bilgiyi okuduğu ve bunun pratiklerini gördüğü halde buna inanmakta neden tereddüt yaşar ama uzaya çıkıldığına inanır ?

Denilebilir  ki bir insanın  uzaya çıkıldığını deneyimleyebilmesi  için 50 milyon USD ödeme yapma ve mesela NASA’ya gitme  ve sonrasında da bir uzay aracına binerek uzaya çıkma imkan ve olasılığı  var .Bunu böyle de  yapanlar var .Ve  imkan olsa bunu sözkonusu kişi de  yapar. Gerçeklik açısından uzaya çıkıldığı  doğrudur.

Şimdi aynı şeyi Allah inancına uyarlayalım. İnanmayan insanın Allah inancına ulaşması dini bilgileri çok iyi araştırması, ruhen ve bedenen arınması,  bu konuda istencinin olması gerekir. Bu olduktan sonra da arınmış ve inançlı bir varlık  haline gelen insan , kozmik olarak Allah’ın cemalini birebir görme şansına erecektir.Bir istenç ve gereklerin yerine getirilme şartına bağlı olarak, en somut kanıtı deneyimleme durumu vardır . Uzaya çıkılmasını oraya kendi gitmeden  kabul eden insan, bu mutlak bilgiye neden inanmaz ve ulaşmak istemez?

 

Bilginin tek kaynağı deneysel bilgi değildir. Mutlak bilginin , doğrulunun kaynağının sorgulanması ve araştırılmasından etkilenmesi  ve karşı çıkması gibi bir durumu da sözkonusu değildir. Din , mutlak bilgiyi insana sunarak  inan,  inanmak için de akıl et, bilgi sahibi ol, düşün diye çağrıda bulunurken,  bilim de en bilimsel bilgiyi sunarken çok farklı birşey yapmamaktadır.İnsandan insana olan hiçbir bilgi, yapısı gereği mutlak değildir ve değişime mahkumdur. Gelişim için de yanlışlanmakla muhatap olmalıdır.

Tanrısal bilgi ise sorgulanmakla muhataptır ve buna açıktır. Ancak yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı sorgulanması ve yeterince açıklamaya ulaşılmaması, yanlışlanmasıyla sonuçlanmaz. Ancak ve ancak bunu yapanın yanlış bilgiyi referans aldığı  ve yoruma  ulaştığı anlamına gelir. Aradaki fark budur.Bilimsel bir bilgi de hangi test ve yargılama aşamalarından geçerse geçsin  “mutlak bilgi” değildir o zamanki gelişme  ve imkan çerçevesinde ulaşılabilen bir veri , geçici bir kabuldur.Kendisinden  ötesi ,olumsuzlanması ya da  onu olumsuzlayanı mutlaka vardır.Bilimlerin yeni doğrular elde edince yanıtlarını bu verilere göre yeniden gözden geçirmeleri vargılarının,  doğru değil , birer “kabul” olduğunu tanıtlayan bir durumdur.

 

Dini bilgiler  sadece Allah’a ve resullerinin bildirdiklerine itaati ister. Ama insanın insana kulluğunu ve hele batıldan yana , zulmden,  cehaletten yana bir insansa veya otorite ise ona itaati asla kabul etmez.  Böyle olmayı,  Allah’a karşı çıkış olarak kabul eder.Dini bilgiler, insan subjektivitesi ve yanlış algılayış ve yansıtılmasından uzak tutulması amacıyla da,  kaynağından vahiy ile bildirilir . Bu da din inancının insan kaynaklı olmadığının kanıtıdır. Ancak pratikte din yaşatılırken, insan maalesef kendi yorumunu ve çıkarını katarak dini praktize edebilir, vahyi örtmeye çalışıp başkaca birşeyi onun yerine dayatabilir. İşte inançta  sorgulanması, eleştirilmesi gereken durumlar da bunlardır.Ele alınan bilgi vahiy kaynaklı mıdır , vahyin insan yorumu mudur?  Ama ilahi olana ulaşılmak isteniyorsa metod sorgulayarak araştırmak ve daha çok bilgiye ulaşmaktır.Hangisinin insan yanlışı ve hangisinin ilahi bilgi olduğu ayrımında o olgunun içinde insanın insana kulluğunun olup olmadığı ,  maddi ve nefsi anlamda bir çıkar olup olmadığı temel kriterlerdendir. Bu anlamda çirkinlik, çıkar, zulm, kötülüğe dair  görülen ne varsa bilinmelidir ki orada insan düşüncesinden bir eklemleme vardır. Din,  hiçbiriniz diğerine kulluk etmeyin  bir tek Allah’a kulluk edin diyor. De ki: Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun biz müslümanlarız”. (Kur’anı Kerim , Ali İmran Suresi, Ayet: 64) Bu kulluğu da insana yapılan kulluktan ayrımsamak gerek. İnsandan insana kullukta menfaat  vardır. Kulluk edilen, bundan çeşitli yararlar sağlar eden de zarar görmekten korkar, menfaat umar. Allah’a kulluk ise ezeli ve ebedi doğruyu , güzeli ve iyiyi ikrardan başka bir şey değildir. Hz.Ali: “Allah’ım! Ne ateşinden korktuğum , ne de cennetine rağbet ettiğim için sana inandım/ibadet ettim. Sen,  ibadet edilmeye layık olduğun için ibadet ettim.” (Nehcul Belağa Hz.Ali, Der Yayınları, İstanbul) Demiştir.  Yaradan her türlü ihtiyactan münezzehtir. Fayda edinen ise kulluk edenin kendisidir.

Din ele alınırken nerede  entellektüel anlamda bir eksiklik,  kopukluk,  tutarsızlık olduğu düşünülürse orada bilgi eksikliği olduğu görülmelidir.

 

Kur’an-ı Kerim’de dünyaya ve insandan insana dair  olanı aramak,  oradan beklemek büyük bir buhtandır. Kur’anı Kerim din kitabıdır .Coğrafya , fizik , tıp vb. kitabı değil. Şüphesiz bilimi de bilimin kurallarını da yaratan tüm bilgileri kapsayacak ve her ayrıntıyı bariz bir şekilde içeren bir kitap da gönderebilirdi. Ancak  Yaradan, kutsal kitabın hiçbir yerinde şeylerin hepsini tüm bilgileri  bu kitapta indirdik dememiş tam tersine: ” Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın korkusundan onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz. (Kur’anı Kerim , Haşr Suresi, Ayet: 21)Deki: “Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini  daha yardımcı getirsek bile.”( Kur’anı Kerim , Kehf Suresi, Ayet: 109) (– Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde  mürekkep  olsa, yine de Allah’ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. – (Kur’anı Kerim , Hucurat Suresi, Ayet: 14) diye buyurmuştur.

 

Kutsal kitap “kutsal olana dair” insana iletilecek mesajı eksiksiz vermektedir ve bu iddiayı taşır.

Bilgi anlamında batılı  kaynaklardan beslenmek durumunda kaldığımız için  tarih ve gelişimi de gayri ihtiyari onların  söyleminde algılıyoruz.   Din adamı denilince engizisyon, din denilince kilise , tarih denilince batılıların yaşadıkları deneyimler  algılanmamalı sadece.  Galile’nin fikirlerine karşı çıkan engizisyondu, Protestanlık karşı  çıkmadı mesela. İslam dünyasında ise böylesine bir vaka tartışılmadı.  Kur’an’da her bir gezegenin kendi döngüsünde döndüğü yazıyor “ va kullahum fi felakin yazbahün” deniliyor.

 

Madem vardı niye bulunduktan sonra  neden ee bakın Kur’an da zaten vardı tutumu takınılıyor? Diye bir soru çokça yöneltilir: Belirttiğimiz gibi Kur’an ‘ın böylesine bir iddiası yok. Diğer kutsal kitaplarda da böyle bir şey yok . Dini kitaplarda kuantum fiziğinin kurallarını aramaya , anti-maddeyi nasıl elde edeceğimizi  bulmaya kalkışırsak , sırat köprüsünden geçinceye kadar olan zamanı da helak etmiş oluruz sadece. Dini bilgilerden esinlenmek mümkündür. Esinlenmeden kasıt;  bu türde bir  yola çıkıştır . Buna rağmen etkilenmek,  oradaki bilgiyi alarak ortaya atmak anlamında değildir. Bilinen anekdottan misalle ; hamamda yüzen tası görerek  suyun kadırma kuvveti düşüncesinin tetiklenmesidir. Yani anekdota rucu edersek ;” Arşimet, suyun kaldırma yasalarını  hamamdan aldı,  o bilgi tasta da yazıyordu” demek değil. Keşfedilmemiş bir şey nasıl anlatılacak, tanımlanmamış kavramlar nasıl dile gelecek? Dedik ya bir kere böyle bir iddia yok. Olanlardan bir iki örnek verelim. Cousteau, Akdeniz ve Atlas Okuyanusu arasındaki akıntıyı buluncaya kadar bilinmiyordu. Kur’anın Rahman süresinde iki denizin suyunun karışmadığı yazıyordu. Öncelikle bu surede;  Akdeniz var , Atlas Okuyanusu var;  su bu  iki deniz arasında bu şekildedir denilmemiş, orada bir coğrafi konu da işlenmemiştir. Şimdi buna bakarak ne coğrafi keşif yapılabilir,  ne de veri alıp yola çıkılabilir.  Bu durum keşfedildikten sonra  sözkonusu  ayetle örtüşmesi dile gelmiş.Keşfedilmemiş bir şeyi ve kavramlarını  öncesinde anlatmaya çalışmak da yöntem açısından çok zor olmalı .

 

 

Bilim ve  din bağdaşır mı?  .

Şu temel soruyu sormak gerek: Bağdaşma  zorunluluğu var mı ?Hayatımızdaki herşey  neden  pozitivist bilimle bağdaşmak zorunda ki? Bağdaşmaması , olmadığı anlamına mı gelir? Aşk,  bilimle bağdaşır mı ya da şiir ? Edebiyat bağdaşmak zorunda olmadığı gibi,  dinin de pozitivist bilimle bağdaşma gibi bir sorunsalı yok, olmamalı da . Herşeyin üstünde mutlak,  kutsal olan mıdır bilim? Ki herşey ona tabi olsun. Ya da bilim ve din  birbirini yoketme amaçlı iki karşıt görüş olarak mı vardır ? Alanlarının ve konularının farklı olması olağan olduğu gibi birbiriyle kesişen boyutlarının olması da doğaldır.Dini bilimle açıklamak (buocaltism)ya da bilimi dinle açıklamak gibi bir zorunluluk niye  olsun ki ?

Kutsal kitaplara bakmanın, bilim için engel oluşturması tamamen öznel bir seçim ve algı biçimidir.Yapanın hatası ve yanlış algısıdır.  Kutsal kitapları okumadan ve onlar konusunda yeterli bilgiye sahip olmadan –üstüne üstlük onlara dair bilgileri ya sadece onları eleştiren kitaplardan derlemek- onlar adına karar vermemek gerek. Mesela İslam’ı  incelerken sahih din yerine yaşatılan dini ele almak , ya da dinin bakışı diyerek dinin asıl sahibi Allah’ın ne dediği yerine,  Gazali’nin din konusundaki hertürlü bilimselliği dışlayan  ahkamlarını ve dayatmalarını ele almak bilimsel yöntemin kendisinin kabul edebileceği birşey midir ?

Tarihsel olarak din algılayışının belirli dönemlerde,  bilimsel gelişme önünde set oluşturduğu doğrudur. Ama bunu da analiz etmek gerekmiyor mu ?Acaba engeli oluşturan Hz. İsa’nın , Şem’un El Safa’nın ( Snt. Peter/ Snt .Pierre) din  anlayışı mı dünya nimetlerine gark eden ve bunları korumak için insan yakan engizisyon yorumu mu? Bilimsel aklın önünde engel olan Hz. Muhammed , Hz.Ali ve Ehli beyt’in İslamı mı yoksa İslamı dünya nimet ve gücünün aleti haline getirmek isteyen Emevi /Abbasi anlayışı mı? Bunların hangisi Hak dininin gerçek öğretisine sahip olmuş ve yaşatmıştır ?Diye sorular sormak  , araştırmak gerekmez mi ? Eğer bunları birbirinden ayırtedemiyorsak ve bunların bilgilerine sahip değilsek, din hakkında yeterli bir bilgiye  sahip olduğumuz   ya da dini bilmsel yaklaşımla ele aldığımız ve değerlendirdiğimiz iddia edilebilir mi ? Eğer bu iddiayı taşırsak bu zihniyetin;  nükleer enerjiden atom bombası yapılmıştır ve atom bombası atıldığı yerde canlı yaşamı kavurmuş, taş üstünde taş bırakmamıştır. O halde nükleer bilim ve fizik kötüdür gibi  totalist bir  bakış açısından ve değerlendirmeden ne farkı kalır ?

Dinin bilimle bağdaşmadığı konusunda klasik olarak örnek verilen  “Allah dünyayı 6 günde yarattı oysa günümüzde bunun milyonlarca yıl öncesinde olduğunu bilim kanıtladı”  savına gelince. Kutsal kitapları sadece birebir kelimelerin ilk anlamıyla algılayarak derinliğini oraya kısıtlamak, dini ve Tanrı kelamını sıradanlaştırmaktır. Ki Kur’an Kerim kendi içinde bunlara dikkat çekerek anlatımda  doğrudan anlatımlar olduğu gibi mütaşabih anlatımlar olduğunu, tevili ise ancak  Allah’ın yapabileceğini söylüyor.; Huva llezi  enzala aleyka elkitabe minhu ayetun muhkametun hunna umma elkitabi veaharu muteşabihatun fa emme llezine fi kulubuhum zeyğun feyatttabiguna ma teşabahu minhu bitğa’a elfitnati ve btiğa’a tevilihi vema yu’lamu tevilahu illa llahu ve rrasihuna fil ilmi yakuluna amenna bihi kullun min indi rabbina vema yuzakkeru illa uli elbaab. Kitabı sana indiren O’dur .Onun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki;onlar Kitap2ın anasıdır.Diğer ayetlerse müteşabihlerdir. Şu var ki kalplerinde eğrilik ve bozukluk olanlar , fitne aramak,onun yorumuna öncelik tanımak için  Kitap’ın sadece müteşabih  kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, bir de ilimde derinleşmiş olanlar.Bunlar  “ona inandık, hepsi Rabbimizin  katındandır” derler. Gönül ve akıl sahiplerinden  başkası gereğince düşünemez. Ali İmran 7. İşte  bu örnekleri  Biz bütün insanlara veriyoruz.Oysa onları ancak bilginler anlar.(Kur’anı Kerim Ankebut 43)

Kur’anı Kerim’de yeralan ayetlerin bir kısmının  alegorik ve sembolik   bir yapıda olduğunu vurgulanıyor. Ve Kitap’ın asıl anlamını ancak ve ancak onu gönderen Allah’ın bilebileceği beyan ediliyor.Bilgi , bilim ve ilim arttıkça gerçek anlama doğru biraz daha yol almak mümkündür sadece.6 gün içinde yaratılımın ise bizim bir günümüz olmadığını zaten söylüyor:

 Allah O’dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri  altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O’ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz? O, gökten yere, (yukarıdan aşağıya) işleri düzenler, sonra da o işler, sizin saydıklarınızdan bin yıl kadar olan bir günde O’na yükselir. (Kur’anı Kerim Secde 4-5 )

Ayette öncelikle  dünyayı değil ama yerlerin ve göklerni 6 günde yaratıldığından sözediyor. Sonraki ayette yaratılış  günü kastedilmeyerek gökten yere düzenlenen bir takım işlerin sadece O’na yükselmesinin bizim dünya zamanı ile 1000 yıla tekabül eden bir günde gerçekleştiğine dikkat çekerek aslında zamanın relativitesinin farkındalığına vardırtılıyor.Yaratılışa sözkonusu olan 6 günden herbirinin bizim dünya bazlı zaman anlayışı ile kaç yıla tekabül ettiğini söylediğini iddia etmek çok zor olsa gerek . O anlamdaki kozmik bir yılın neye karşılık olduğunu kimsenin kesin sınırlarla söyleyebilmesi sözkonusu olmasa gerek. Netice itibarıyla bununla dünya yaşının kutsal kitaplarda 6000 yıl olarak tanımladığı savı temelsiz ve tamamen yanlış bir algılamadır.

 

İnanç sahibi olmak bilimsel çalışma yapma ve icat etme önünde engel midir?

İnanç sahiplerinin sahip oldukları bilgileri sorgulamadıkları ve derinleştirmek için bir gerekçeleri olmadığına da katılmak yukarıda anılan ayete bakıldığında yanlışlanabilir.

İnanan , Tanrıya benzemeye çalışmalıdır ( burada tanrı olmakla kati şekilde karıştırılmamalıdır) yani bunun bilimle izdüşümüne bakacak olursak bilgisi ve ilmi sonsuz olan Tanrı’yı bilmek ve ona uygun olmak istiyorsa  , bilgi ve  ilmin asla sınırlı olmadığını kanıksamalı ve ne bilirse bilsin “ aslında hiçbir şey bilmiyorum”demeli ve bilmenin peşini ,varolduğu sürece kovalamalıdır.  “Ben biliyorum artık” diyen sadece cahil olduğunu bilmeyendir.Ey İnananlar Allah yolunda yolculuğa çıktığınızda ,iyice araştırnız.(Kur’an-ı Kerim Nisa 4) Allah nezdinde yükselme ancak bilme ile olur : Ey iman edenler! Size: “Meclislerde yer açın.” denilince yer açın ki Allah da size genişlik versin. Size “Kalkın.” denilince de kalkın ki Allah sizden inananları ve kendilerine ilim verilenleri derecelerle yükseltsin. Allah yaptıklarınızdan haberi olandır .(Kur’an-ı Kerim Mücadele 11.) Ana motivasyon budur.

Allah yolunda yolculuk ;arınma gerektirir, bilinç ve bilgi ile maddeden sıyrılma ve ışığa yönelmeyi gerektirir. Bunlarla yolcu, varması gereken yere varabilir.

 

“Dini inanca sahip olanlardan  bilim adamı olmaz ve bu kesimlerden   doğru dürüst bilimsel icatlar da  çıkmaz” diye bir kanı yaygın hale sokulmaya çalışılır

Bilim tarihine şöyle bir bakalım : Sümerlerde, Mısırlılarda, Babilde , Çinde ilk bilgeler ilk araştırmacılar, ilk bilim adamları, din adamları, rahipler  değil miydi? Tapınaklar bilimsel keşiflerin yapıldığı merkezler değil miydi?  ( Mısır piramitleri, Pisagor’un okulu, Eflatun’un akademisi, Cafer Sadık’ın medresesi , Hermes (İdris), Hipokrat vs)  Din ve bilim konusu birbirinden ayrık veya aykırı olgular değildir.  .

Hz. İdris;   ilk kalemi kullanan,ilk alfabeyi ortaya koyan,  ilk elbise kullanan,ilk müneccim,ilk kronologtur.

İslamiyetin ortaya çıkışının ardındaki dönemlerde , kimya, cebir, matematik , tıp, felsefe çalışmaları genelde din adamları tarafından yürütülmüştür.  Batılı  üniversitelerde okutulan temel kaynaklar uzun bir süre kimyada  Caber bin Hayyan,   ( Hz. Cafer Sadık, atom enerjisinden ilk olarak sözeden   Bin Hayyan’ın hocası idi), geometride Muhammet bin Musa, felsefede Farabi, İbni Rüşt, tıpta İbni Sina,çiçek ve kızamık hastalıklarının aşılarına dair ilk çalışmalar yapan  İranlı Abubekir El Razi , fizikte El Kindi , eserleri olarak kalmıştır.İbnul Heysem modern optiğin temellerini ortaya koymuştu. Simya alanında yapılan çalışmalarla Diyasar, nitrik asidi,Asil Berhil fosfor yapımını keşfetmiştir.””( İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü   Batının kullandığı ilaçların yarıdan fazlası İslam dünyasından gelmiştir. Tıptaki başarılar çok bilinir;60-70 yıl önce,kanın küçük dolaşımının Michel Servet’ den 3 yy. önce Arap’ların  bulduğu anlaşılmıştır” aritmetikte Harezmi, sosyolojide İbn-i Haldun bu alanlara çok büyük katkılarda bulunmuştur.

İslam 800-1200 yıllar arasında bilimsel ve düşünsel  gelişmenin öncülüğünü yürütmüştür. 750-800 lü yıllarda Abbasiler devrinde Bağdat’ta etkili olan Buveyhoğulları döneminde hastane ve rasathane kurulur. Kağıt üretimi için ilk kağıt fabrikası kurulur. Bağdat’taki Dar’ül Hikme’de bir milyon kitap vardı.” Arap parası Dinar uzun süre Avrupa’nın başlıca parasıydı. Güney Fransa ve İtalya, Sicilya ve İspanya’daki Müslümanlardan şeker üretimini öğrendi. Venedik; Antakya’nın cam işlerini taklit ediyordu. Avrupa pamuklu,kadife halı ve nakışlı diba dokuma yöntemini Araplardan öğrendi. Avrupa’ya barutu,topu veren,en iyi çelik üretimini öğreten,pusulayı,pamuktan ucuz kağıt yapımını,metalürjiyi,matbaacılığı öğretenler Müslümanlardır.”( İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü   )  Hristyan Batı’nın kapattığı Sokrates-Eflatun- Aristoteles geleneğindeki Atina felsefe okullarından kaçan düşünürler Suriye ve Mısır’a sığınmışlardır. Batı, Helen felsefesini gerisin geriye gene Arap kaynaklardan yaptığı tercümelerle yeniden öğrenmiştir. .İslam’ın ilk ortaya çıkışından 12 yüzyıla kadar inançlı insanlar -Avrupa karanlık çağ yaşarken- inançlarını koruyarak bilimsel alanda da harikalar yaratırken ( Ms 1100 ‘e kadar) asıl sorulması gereken ne oldu da 12. yüzyıldan sonra bunlar zayıfladı ?Sorusudur .İşte bu bilimsel bir  sorgulamadır. Ama dini hedef tahtasına koyup şurasından gerdirip burasından kısaltarak faturayı kendisine çıkarmak hangi bilimsel yaklaşıma uygun olur? Din öğretisi aynı öğretiydi. Bunun nedeni,  dinden çok, insanların dinden ne anladıklarının değişmiş  olması olmasın ?

Diğer yandan Yahudi mistizmi diye tanımlanabilecek Kabala’nın bir takım verilerinin bir çok bilimsel keşife esin kaynağı olduğu bilinen bir gerçektir.Bu esinler günümüz bilim kurgu ve fantastik sinema yapıtlarında da etkisini göstermektedir. (ör. Matrix) .Ancak Tevrat ,Torah veya Talmud da ey inananlar eğitim sisteminiz sorgulayıcı araştırıcı ve bilimsel olsun  diye veya  Rab böyle yaptığınızda sizi kutsasın diye ibare yoktur. Kendi alanlarında önemli gelişmeler sağlayan Yahudi kökenli bilim adamlarının  Freud, Marx vb dini inançla hiçbir bağları olmadığı gibi Spinoza, Einstein Tanrıya inanan kesimdendi.

İnançsal anlamda Yahudi kabalacılığına kadar varan Einstein : Ben, kozmik din duygusu’nun bilimsel araştırmada en güçlü ve en soylu itme gücü olduğuna inanıyorum.

Bilimin derinlerine inerseniz, kendince bir dinselliği olmayan bir bilim kafasına zor rastlarsınız

(İslamda Bilimin Yükselişi ve Çöküşü   s.127)

 

Mendel,  Aquinas gibi hiristyan din adamı kimlikleriyle bilim ve felsefe ile uğraşanlar olduğu  gibi Sartre, Voltaire ,Newton gibi Tanrı yerine insan merkezli düşünmeyi tercih eden Hiristyan kültür bağlı insanlar olmuştur.Bugün de bilim ve teknik alanında parlak işler gerçekleştiren birçok bilim adamının az veya çok bir dini inanca da sahip olduğunu görmek gayet kolaydır.

 

 

İnancsız gibi görünen bir çok düşünür de gizli gizli inanclara sahip olmuştur- Newton, Marx vs)  Allah ve din inançları, bilimsel düşüncenin önünde engeldir iddiasını ortaya atan materyalist düşüncenin fikir babaları League of just men adlı bir gizil inanc taşıyan bir anlayışın ve  üyelerine tanrı inancı taşıması şartını koyan bir organizasyonda 32. derecelere kadar ulaşmışlar mıdır ? Bunun da bilimsel olarak araştırılması gerekir. Burada eleştirilen şu veya bu inancı taşımaları ve neye üye oldukları değil ama,  sol gösterip sağ vurmalarıdır.

 

Dinlerdeki öbür dünya inancının bilimsel aktiviteyi engellediği, mümini sadece ibadete odaklaştıracağı ve bilimsel düşünceden uzak tutacağı görüşüne ele alalım.

Müminin görevi her türlü kötülükten arınmak ,yüksek ahlak ve erdeme bürünmek,  Allah inancını herdaim korumak farz kılındığı kadar ibadet etmek ve bilgi konusunda sınır tanımamaktır. Nefsini hertürlü kötülükten  uzak tutmuş, sahip olma ve tüketim konusunda minimumu yakalamış, başka insanlara karşı üstün olma hırsını köreltmiş bir insan tipi, hangi insancıl yaşam biçiminin temeli değildir ? İbadet  konusunda ise 24 saat kurulu bir robot gibi durmadan ibadet etme gibi bir durumun olmadığı her aklı selimin bilebileceği bir iştir…Bir bilim adamı ya da bilimle uğraşan herhangi bir insan hayatının tamamını veya günün  tamamını nasıl sadece bilimle geçirmiyorsa bir inanan insanın da 24 saat boyunca ibadeti sözkonusu değildir.

Bir insan,  bilimsel faaliyetleri yürütüp pekala günlük hayatında bir inanan insan olma özelliğini sürdürebilir.İmtihanında yalan söylememesi, zulm etmemesi nefsine yenilmemesi gerekir.Ama sadece ve sadece dini bilgi ve pratikle yatıp kalkması diye bir zorunluluk yoktur.

 

Düşünme ve öğrenme konusuna gelince inceleme , araştırma deneme ne yapılırsa yapılsın, işlev zihinseldir. Yani dışarıdan gelen uyarıların alınarak insan beyninde düşünceye çevrilip soyutlanıp işlenmesi ile yürür. İnsanın gerçeklikle ilişkisi, nihai anlamda gerçekliğin  beyninde aksettiği şekildedir.

 

Din insana “kutsal” ile ilgili doğruları verir.İnsanın doğayla hertürlü etkileşimini birebir düzenlemez. İnsanın görevi kutsala dair kendisine verileni doğru olarak kabul etmek ve nasılını merak ediyorsa, araştırmaktır. Din , insana  ne güneş ışığını nasıl elektrik enerjisine çevireceği konusunda teknik veriler verir ne de bunlara dair herhangi bir bilgi için ne rehberdir ,ne de engeldir.Ama din, ana anlam ve misyonundan uzaklaştırılarak ancak ,güya bunların karşısında engel olarak gösterebilir. Yani sporla uğraşan bir insana bakıp — buna benzer zorlama ile- bakınız spor aslında kasları geliştirir bu da düşünce üretimini engeller ve bilimin önünde engel oluşturur demeye benzer. Sporun alanı farklıdır bilimin alanı ayrı.Spor yapan biri gayet rahatlıkla bilimle de uğraşabilir.Dinde ,bilimle uğraşmayın ya da bilim yaparken eleştirel bakmayın ,size ne öğretilmiş ise aynen kabul edin hükmü nerede var? . İnsan çok boyutlu ve kompleks  düşünme yetisine sahip bir varlıktır. Sanatı ele alırken nasıl estetik kriterleri ön planda tutabiliyorsa, makine tamir ederken mekanik ve elektronik bilgisini ve kurallarını gözönünde tutuyorsa ibadetini yaparken gönül dünyasını öncelik tutar ve bunları arasındaki ayrımı yapabilir.

 

Dini, bilimin  karşıtı görenlerin bir kısmı bilimi  çok yüce yerlere koyar ve hatta kutsallaştırır.Oysa bugün en büyük acıları insana yaşatan savaşlar , çeşitli bilimlerin ortaya koyduğu ideolojillerin, siyasal düşüncelerin çatışması ile ve  bilimin geliştirdiği silahlarla yapılmıyor mu?. Biyolojik, kimyasal nükleer silahlar bilim alanında ve özellikle amprik pozitivist bilimlerde açılan çığırlarla yapılmıyor mu ?. İşkencelerde kullanılan aletler ya da piskolojik teknikler din ürünü müdür  ya da  bilimin laboratuar ve test işlemlerinin ürünü müdür? Doğanın kirlenmesi, dünyanın dengesinin bozulması dini düşüncenin sonucu mudur yoksa ilerleyen bilim ve tekniğin ürünlerinin sonucu mudur ? İnsanın insana kulluğu bilimsel alanda yapılan zihinleri aşan gelişmelerle sağlanmıyor mu?. Toplum mühendisliği dinle mi yapılıyor ? Tüketim toplumu, din teknikleri kullanılarak mı yaratılıyor ve besleniyor? Sormak gerek.  Geçmişte ve günümüzde  dünyaya kan kusturan  ülkeleri ve insanları bir düşünelim . Onlar kadar bilimlerde ilerlemiş,  onlar kadar bilimsel düşünen ve bilimin ürünlerini en maksimum düzeyde kullanan başkaca kim var ?

 

Şimdi buradan bilime düşmanlık duyulmalı  gibi bir  düşünceye varılmasın .Bütün bu insanlık suçlarını gene insanlar işlemiştir.  Vurgulamaya ve dikkat çekmeye çalışılan ;  sanki insanlar Allah’ı unutup din inancından koparılarak herbiri sadece deneysel pozitivist düşünme teknikleriyle düşünmeye şartlandırıldıklarında sadece iyilik yapacaklar ve dünya güllük gülistanlık olacak  gibi bir durumun  sözkonusu olamayacağıdır. Ama kalbinde gerçek Allah inancı olan hiçbir insanın  ,yukarıda saydığımız olumsuzlukların hiçbirine yanaşması dahi mümkün değildir. Ne insana zulmedebilir, ne insanı sömürebilir ne savaş açar ne de doğayı kirletebilir ..(Yapıyorsa da ancak sözkonusu inançdan uzaklaşmış ve karşı durmuş olmadan yapamaz).  En azından yaptığı her zerre kötülüğün birebir hesabını vereceği ve cezası çekeceğini çok iyi bildiği için bunları yapmaz. Dostoyevski’nin dediği gibi ; “Tanrı olmasaydı herşey mübah olurdu” insan için .

 

 

 

 

 

 

 

 

Sonuç

Ne din bilimin karşıtıdır ne de bilim dinin karşıtıdır.Ancak her ikisi de kimi insanlar tarafından asıl misyonlarından uzaklaştırılarak bir takım siyasi ve ekonomik hırs ve çıkarların hizmetine sokulmaya çalışılmıştır. Bu kötü örneklere bakarak din ve bilimin yapısal olarak karşıt olduğunu öne sürmek ciddi bir zorlamadır. Birini diğeri ile açıklamak da zorunluluk değildir.Herbirinin alanı ve işlevi farklıdır.Birbirleriyle birtakım kesitlerde  örtüşmeleri ise olağandır. Biri diğeri önünde engel olarak görüldüğünde asıl sorulması gereken nerede bir bilgi ve değerlendirme eksikliği olduğudur.

 

 

K  A  Y  N  A  K  Ç  A

1-Kur’an-Kerim

2-Felsefe Sözlüğü, Ivan Frolov, Cem yayınları

3-Nehcul Belağa, Hz.Ali, Der Yayınları

4- İslam’da Bilimin Yükselişi ve Çöküşü,Cengiz Özakıncı,Otopsi Yayınları

5- Çağdaş Felsefede İlim ve Din, E.Boutrox, MEB yayınları

6- Bilim ve Din, Bertnard Russell ,Cem yayınevi

7-İslam ve Bilim Tartışmaları, Mustafa Armağan,Etkileşim Yayınları

8-Bilim Tarihi,Cemal Yıldırım, Remzi Kitabevi

9-Eski Yunan’dan Çağdaş Düşünceye Doğru İslam Felsefesi Kaynakları ve Etkileri ,

Hilmi Ziya Ülken, Ülken Yayınları

 

 

Benzer gönderiler