Scroll Top

ÖLÜMÜNÜN 12. YILINDA SÜLEYMAN OKAY

ÖLÜMÜNÜN 12. YILINDA SÜLEYMAN OKAY

(1928-20 Eylül 1999)

ŞİİR, ÖYKÜ VE YAZILARIYLA ANMAK…

20 Eylül 1999 yılında kaybettiğimiz babamız Süleyman Okay’ı bu kez şiir, yazı ve fotoğraflarıyla anımsamak istedik. Önce hoş bir delikanlılık şiiri verelim:

PÜSKÜLLÜ BELÂ

Belâsın başımda

Püsküllü belâ…

Yazmak için

Ne hacet yıldızlara:

Ne hacet ay’a?

Sen varsın başımda;

Belâ;

Püsküllü belâ.

Süleyman Hacımollaoğlu (1)

Atayolu Gazetesi 19 Nisan 1947

Süleyman OKAY
Süleyman Okay’ın babası Köşker Arif OKAY

Süleyman Okay’ın babası Köşker Arif Usta oldukça yoksuldu (2). Beş çocuğu içinde yalnızca Süleyman’ okutmak için olağanüstü çaba veriyordu. “Ceketimi satar oğlumu okuturum” diyordu ve sözünü tutuyordu. Ancak Süleyman Lise 1 de iken babası 1947 yılında 51 yaşında öldü. Bu ölümün ardından Süleyman Okay’ın okul yaşamı sona erdi. İşte babasının toprağa verilirken söylediği ve daha sonra yayınlanan şiiri;

GİTTİ

Yar gitti

İçimden bahar gitti…

Yokluk üstüne yokluk.. Var gitti

Gurur gitti, ar gitti

Çünkü yar gitti.

Baba gitti

Peşinden cümle akraba gitti

Dostlardaki –Merhaba!- gitti

At gitti, araba gitti

Çünkü baba gitti.

İstikbal gitti

Bir neş’eli hal gitti

Bir meyve yüklü dal gitti

Arı gitti, bal gitti

Çünkü istikbal gitti.

İLERİ HÜRRİYET

15-5-1949

1948 Yılında üç arkadaş İskenderun Limanında bir arada… Rüzgarlar onları savursa da sosyalizm sevdasından yola çıkan üç arkadaşın dostlukları asla bitmedi. Solda Kasım Yücel, ortada Arif Hikmet Katiboğlu, sağda Süleyman Okay. Üçü de artık aramızda değiller… (3)

Ve bundan sonra şiirinin temeli sosyalist düşünce idi. Lumumba’yı katleden Zalim Çombe, Kızılderilileri katleden Amerikalılar, Afrika’da Mau Mau kabilesini yok eden İngilizler şiirindeki keskin dilin hedefiydi.

APAÇİ TÜRKÜLERİ I

Roberto Mau Mauları unuttun mu

Hani bir gün o kovboy gücünle

Ocaklarına incir çekirdeği diktiğin

Dudaklarının ölümcül bükülüşü

Yaldızlı mahmuzların

Başımdaki uğur tüyümdü

İlk vurduğun

Sonra nişanlım

Sonra kızlığım

Nerdesin Roberto ben

Son Ogi’siyim Apaçilerin

Kirlettiğin yarınımı şimdi

New-york sokaklarında arıyorum

Duvarlı coplu kapılarınızdan

Eski bir çığlık çoğalarak dökülüyor

Tüm doğanın yaşama çocukları üstüne

Düşüncelerimin resmini çekemezsin Roberto

YEDİTEPE

Eylül 1966

Spartaküs onun için çok önemliydi. “Sömürüye ve zulme başkaldıran ilk isyancı” derdi ve kahraman Spartaküs’ü bir şiirle şöyle anlatmıştı:

SPARTAKÜS

Bıkar bırakırdı yaşamayı küçülerek

doğa içinde doğaya adanan

evrim başı genç bir filiz

alır ortasından meydanların

alır başları baş kaşı kaş gözü göz

yürekleri var mı bilmez

alır madenlerden cinsel oyunlara

o emilgen göğüsler arasındaki parıltı

kırbaçların döktüğüdür

toprağa adanmış mabetlerde büyür

şaraplarda kan kokusu

düşsel yaşantılı sofralarda insan dokusu

adaleler soylu kişilerde birim öyküsü

kan kurudu gladyatör kargısında

o besili damızlık hayvansal insan

çarmıhlar isa’dan önceki isalar içindi

daha ışığı görmedik

Aristolar Eflatunlar geçmedi kıyımızdan

adım başında taban çirkinliği

izlerimiz yok biz yoğuz çocuklarımız yok

sayılarımız bir ya da bin

ben pazarı gördüm benden ağırdı zincirlerim

çalınmış domuzun üçtü değeri benim bir

bir çekirge bir kuş olmayı isterdim

papatyaları görmedim güneşi unuttum

bir tahtırevanda çiftleşir sahiplerim

omuzlarımda

kilometreler uzar benden önce

üstüme işenirdi

sonra mermere işlenirdik

bir Afrodit’e bir göz için binimiz

altından pırıltılara derimizden girilir

bir helana orasını temizletirdi ellerimizle

bir sahip gücümüzü emer yataklarında

sabahlar nerede bu pahalı düş

asırlar geçer de omuzlarımdan

taşlar öğütülür demirler bükülürdü

Çağlardan sürelerle acılar emdim

korkular kinler yürüdü kanıma

ilk ışığı ben yaktım evrende ben yaktım

ilk mabetlere ben yürüdüm

ATAÇ

1 Ağustos 1963

Aynalar başlığı altında en güzel makalelerini yazdı. Bunu bir kitap olarak yayınlamak üzere dosyalaştırdık. Takma adlarla yerel öyküler, maniler, gülmeceler yazdı.

Haksızlığa, zulme, emperyalizme karşı kaleminden adeta kan damlattı. Antakya’da eleştirisinden kimse kaçamadı. Yazdığı nükteli manilerdeki taşlamalardan Belediye Başkanı bile nasibini aldı:

KÖŞKERDEN;

Yirmibeş kuruşluk maniler

Hikmeti gören var mı?

Girdiği kapı dar mı?

Ambar delik cep delik

Alacaklı sorar mı?

Bire Hikmet kuruyuk

Kırıldı evde suluk

Mahmudun Makamına

Yakışıyor sanına

Çukurlar çoğalıyor

İşler kaldı yarına

Aman Mahmut insaf et (4)

Altmış beşe çıktı et

Kurtuluşu kurtarın

Laf doyurmaz karın

Yazı mazı der iken

Batacak belki yarın

Aman bire ha bire

Kaldır düşmesin yere

Balcıoğlu sıkışık

Bıyıkları yakışık

Parti marti der iken

Kırıldı bakır kaşık

Balcıya verin kaşık

Bugünlerde çok aşık

Kurtuluş Gazetesi

3 Ocak 1977

Antakya; doğup büyüdüğü ve 71 yılını geçirdiği memleketi. Şairliğini Antakya’sı için de konuşturdu:

(Çok uzun olan NERDE KALMIŞTIK ANTAKYA’M adlı şiirini gelecek sayımızda yayınlayacağız)

Bir zamanlar Asi Nehri üzerine dek taşan Camlıkahve…

Gülümseyerek bitirmek için bir gülmece örneği veriyorum.

            ÜÇ HARBUBİNİN SERÜVENİ

Kentimizin çok ve uzun boylu içebilen üç kafadarı, bir Pazar günü öğleden sonra Soğuksu’ya giderler. O zamanlar Soğuksu mevkiindeki, yüzyıldan beri akan buz gibi su daha kaybolmamış ve o sözde turistik yapılar meydana gelmemişti. Orada ağaçlar altında, su kenarında kulübemsi bir yapı bulunurdu. Yaz aylarında orayı içkili, mezeli olarak çalıştıran bulunurdu.

Evet, üç kafadar Soğuksu’ya gidip, orayı çalıştırandan bir şişe 35’lik rakı isterler, birer buçuk kişilik kebap, birlikte getirdikleri meyveleri yıkatır tabağa koydururlar. Su kenarına açtırdıkları bir hasır üzerinde sere serpe oturarak kurarlar çilingir sofrasını tam bir piknik hayatı…

Habire içer üç kafadar, içtikçe keyifleri artar, akşama doğru tam kıvamındalar, başlarlar oynamaya. Ama önlerindeki 35’lik rakı bitmek bilmez. Etler yenir, yenisi ısmarlanır, meyveler suyunu çeker, ama rakı bitmez bir türlü.

Pikniği çalıştıran ortaklardan biri işkillenir bu durumdan, ortağa sorar: “Yahu” der, “E, bu adamlar içkicidir. Her biri oturunca bir büyüğü temizler. Önlerindeki 35’lik hala bitmedi. Şunların keyfine bak, bir 35’lik bu üç harnubiyi böyle şıkır şıkır oynatır mı?”

Diğeri daha saf ve iyi niyetli olduğundan duruma bir çözüm yolu bulur, cevap verir ortağına, “Oğlum der bunlar kurnazdır, esasen dışarıda içmişlerdi, içkili geldiklerinden burada bir şişeyle yetindiler.”

Üç kafadar akşam karanlığında yıkılarak kahkahalarla terk ederler orayı.

Ertesi gün üç harnubinin birinin iş yerine ortaklardan biri damlar. İşlek bir yerdedir işyeri. Piknik sahibi, kafadarın karşısına geçer, seslenir ona ve başlar seresere oynamaya. Oynadıkça oynar, göbek atar.. Elinde kemanı da var. Diğer elinde bir şişe rakı… Yanında darbukacı da var. Bazen çalar, bazen oynar. Arada sırada seslenir: “Ya canım bir şişeden oynadın canım” diye. Karşı dükkanlardan ve çevrede durumu gören koşar, hazır beleş bir oyun var ortada, seyri de güzel.. Kalabalık çoğalır, piknikçinin isteği bu zaten. Bitirir oynamayı ve yaklaşır kafadara, “Ulan açıkgöz” der, “Bizden başkasını bulamadın mı çarpacak.. Bir şişe ile sizinki kimi harnubilerin göbek atacak kadar sarhoş olamayacağını ortağıma söyledim de, o hırpo aldırmadı bana.. Ya.. Boşalan şişeyi kapat koy suyun içine, suyun içindeki dolu şişeyi çek önüne. Ulan ben dolu şişeleri müşteri için soğusun diye suyun içine koymuştum. Siz gelip te içesiniz diye değil” der.

ORKUN

Kurtuluş Gazetesi 1973

Ölümünün 12. yılında Süleyman Okay’ı emekleriyle anmış olduk.

Onu asla unutmayacağız.

ARİF OKAY

1)Antakya’da soyadı kanunu daha geç çıkmıştır. Okay soyadı alınmadan önce sülalemiz Hacımollaoğlu olarak anılırdı.

2)Köşker; yemeni diken usta demektir. Kundura yokken yumuşak deriden basit ayakkabılar yapılırdı bunlara yemeni denirdi. Hazımollaoğlu Arif Usta zamanında 100 kadar köşker dükkanı vardı.

3)Süleyman Okay                                 1928-20 Eylül 1999

Arif Hikmet Katiboğlu                                      1928-7 Temmuz 2010

Kasım Yücel                                                       1928-13 Ağustos 2011

4)Antakya Belediye Başkanı Mahmut Yanaray.

Soğuksu: Antakya Reyhanlı Yolu üzerinde bir piknik yeri.

Harnubi: Antakya’nın içkiciliğiyle, alemciliğiyle tanınmış bir siması. Daha sonraları birçok alemci bu adla anıldı.

(Resim ve yazıları bizimle paylaşan değerli dostumuz Arif OKAY’A teşekkür ederiz.)

Benzer gönderiler