Scroll Top

DEFNE SOKAK’TA BİR EYLÜL GÜNÜ

Kadir,  babasının izin kullanmak için çalıştığı Arabistan’dan geleceğini postacının rengi solmuş heybe biçimindeki çantasından çıkarıp uzattığı büyükçe zarfın içinden çıkan,  kaseti dinlediği zaman öğrenmişti. Babasının sesiydi duyduğu; kapağı düşmüş teypte kasetin şeridi arada bir sardığı için ya olduğundan çok kalın çıkıyordu ya da çok kısık çıkıyordu ama özlediği babası konuşuyordu işte. Kadir, babasını en son bir yıl önce görmüştü. Babasının yüzünü,   gerçek sesini, çocuk hafızasını zorlayarak hatırlamaya çalıştı. Ama babasının her öpüşünde yanağına batan bıyığının nasıl olduğunu bir türlü gözünün önüne getiremedi.

Duvara asılı, üzerinde tropikal meyve resmi olan takvim, 15 Eylül Salı gününü gösteriyordu. Bu yıl soğuklar erken gelmişti. Kadir,  kiremitli çatısı ağaç kütüğü ile desteklenmiş odanın tek penceresinin olduğu duvara asılan babası Kemal ile annesi Meryem’in evlendikleri gün çektirdikleri siyah beyaz fotoğrafa uzun uzun baktı. Sonra, odanın ortasına kurulmuş odun sobasının hemen dibine serili üzerindeki envai renkli ince şeritlerle gökkuşağını andıran kilim üstüne bağdaş kurarak oturmuş,   önünde dikine tuttuğu kocaman sininin arkasında kaybolmuş Safiye ninesine döndü. Yaşlı kadın portakal, çilek ve muz renklerinde boyanmış buğday saplarından birini alıyor önce ucunu ağzında ıslatıyor, sonra tıknaz tığla ona tabakta yerleşeceği bir delik açıyor, yanlamasına birbirine eklediği diğer sap demetinin etrafına özenle sarıyordu. Sini büyüdükçe, ön yüzünde peş peşe dizilmiş rengârenk baklava dilimleri daha da belirginleşiyordu. Nasıl yapabiliyordu bunu? Sapların rengini,  adedini karıştırmadan eline fırçasını almış bir ressam maharetiyle bu desenleri nasıl çıkarabiliyordu?

Oda içindeki sessizliği aniden açılan tahta kapının gıcırtısı bozdu. Meryem, elinde içinde hamur olan ve üzeri ince bir battaniye parçası ile örtülmüş parlak metalden leğeni sobanın arka kısmı ile duvar arasındaki boşluğa usulca koydu. Meryem, beyaz tenli, uzun siyah saçlı, ela gözlü, kendisiyle barışık kişiliği ile komşuları tarafından sevilen sayılan bir hanımdı.  Kocasının yokluğunda altı çocuğuna hem annelik, hem babalık yapıyordu.

Meryem, hamur leğenini iyice örttü. “Oğlum yarın, liseye giden komşumuzun kızı Dilek Ablan seni okula kaydettirmeye götürecek.  Sana önlük ve çizme almak için birazdan çarşıya ineceğiz, ortadan kaybolma” dedi.  Okul sözünü duyunca Kadir’in gözlerinin içi parıldadı. Sokaktaki arkadaşları öğleyin okula gidince  yalnız kalıyor , canı çok sıkılıyordu.Artık kendisi de okula gidecekti. Bir yandan da  içine ister istemez bir korku doldu: Yedi yaşındaydı ve birkaç kelime dışında  Türkçe bilmiyordu. Okulda  öğretmenlerin ,  arkadaşlarının ona güleceğini, onunla alay edeceğini düşündü .Sonra kendi kendine ‘’ Okul orası,  Türkçeyi ve daha birçok şeyi  orada öğrenebilirim. Bu yüzden oraya gidiyorum ya’’ dedi.

Ninesinin üşümesin diye  ördüğü  ,  abisinden kalan gömlek  üzerine zorla giydirilen  süveteri üstünden çıkarması kolay olmamıştı. Yanaklarından kan fırlayacakmış gibi  olmuştu. Gömlek de çıkınca ürperdi. . Odun sobasının dibine  iyice  sokuldu .  Meryem Kadir’e bir şey olmasından çok çekinirdi ,   sadece bu çocuğuna hamileyken  nedense sigara içmişti ve bundan suçluluk duyuyordu. Çok şükür ki doğduğu zaman  doğumu yaptıran  ebe Melek Hanım yeşil minik gözlerini fal taşı gibi açmış   hayatında bu kadar toplu , bu kadar sevimli ve sağlıklı bir bebek görmediğini söylemişti.Meryem doğum acısını unutmuş yüreğine ferah gelmişti.

Meryem’in gün içinde yapacağı çok işi vardı. Çarşıya gidecek Kadir’e önlük ,yaka  ve lastik çizme alınacak ,öğleden sonra yarım saatliğine  mahalleye gelecek itfaiye aracından  su dolduracak ve akşama doğru tandırda ekmek pişirecekti.  Alışveriş dışındaki işlere  annesi Safiye’nin yardım edeceğini bildiği halde işleri yetiştirmeme telaşına kapılmıştı.Safiye , sabahleyin  herkesten önce güneş doğmadan  uyanırdı.Bu alışkanlığı köyde çocukken edinmişti.Her  defasında şehirde yaşayan  yeni neslin bir şey bilmediğini,çok tembel olduğunu,rahata alıştıklarını  söylerdi.Yaşıtlarıyla bir araya geldiğinde  eskiden köyde nasıl yaşadıklarını ,buğday olmadığı için arpadan un yaptıklarını ,ayaklarında yamalı ayakkabılarla saatlerce yol yürüdükten sonra şehre vardıklarını ,Adana’nın uçsuz bucaksız tarlalarında sabahın alaca karanlığında uyanarak pamuk topladıkları o günleri birbirlerine hatırlatırlardı..Safiye , bu sabah yine erken saatte uyanmış ahırdaki iki ineğe  yem vermiş,ineklerin sütünü sağmış ve kahvaltı için tereyağını hazırlamıştı..Sonrasında ,Vedia’ ile yaşadığı olay onu çok etkilemişti.Şişman ,iri cüsseli , güler yüzlü  Vedia mahallenin en yoksul sakinlerinden biri olan Remzi’nin eşiydi  . Vedia, bir ay önce  çok geç yaşta doğurduğu  4. çocuğu için  ,her gün  Safiye’den süt almaya geliyor, aldığı sütün parasını “sonra öderim” diyerek alıyordu. Safiye’nin bugün  kendisinden para isteyeceğini   tahmin ettiği için, uzaktan bakıldığında  giydiği hırkanın düğmesi gibi görünen  zayıf yüzü, minicik iki zeytin tanesi gibi kapkara gözleri olan yeni doğmuş bebeğini kundaktan aldığı gibi  kucağında getirmişti. Safiye, süt dolu bakracı uzatarak ‘’sütün parasını ne zaman vermeği düşünüyorsun Vedia? ‘’ Dediği anda Vedia ‘’Safiye Hala,  kocam çalışmıyor biliyorsun. Param yok ne yapayım? Yeni doğurduğum çocuğu sana getirdim. Can bu, ölmesin al sen bak’’ diyerek çocuğu Safiye’nin ellerine bırakmıştı. Bir an ellerinde ufacık dili ile alt dudağını durmadan yalayan bebeği gören Safiye donup kalmıştı.   ‘’  Şimdiye kadar bebeğe aldığın sütün tümü helal olsun. Ama bir daha para vermeden benden süt isteme ‘’ diyerek bebeği yavaşça annesine geri uzatmıştı.

Meryem, kiremit çatılı odanın yanına sonradan eklenmiş kesme taştan yapılmış içinde çeyizinin olduğu diğer odaya girmişti.  Mahallenin tek kadın terzisi Semahat Hanım’a diktirdiği gül desenli kumaştan yapılan elbisesini çabucak giydi.   Çeyizinden kalma özenle katlanmış sarı yorganın arasına elini geçirdi. Kocasının gönderdiği paraları hep oraya saklardı. Parmakları uzandıkları yerde bir şeye değmemişti. Nefesini tuttu, elini sağa sola kaydırdı. Para yerinde yoktu… Başka bir yorgana koymuş olabileceğini düşünerek elini pembe olan yorganın içinde telaşla gezdirmeğe başladı. Para, pembe yorganda da değildi. Bu sefer tüm yorganları yavaşça yere indirdi ve hepsini teker teker açarak kontrol etti. Tüm ay boyunca geçinmek zorunda kalacağı para sanki yer yarılmış içine girmişti. Yüzü, son açtığı yorganının rengine bürünerek mosmor olmuştu.   Şiddetli bir yağmurun sesi geliyordu dışarıdan.  Sıkıca kapattığı perdeyi araladı,  pencereden sokağa anlamsız bakışlarla bakmaya başladı. Ne yapacaktı şimdi? Bu parayı bulamazsa bir ayı nasıl geçireceklerini düşündü. Kendine geldiğinde yanaklarından aşağı süzülen gözyaşlarını sağ elinin tersiyle sildi.  Gözü, köydeki toprak evlerinin bahçesinde nerdeyse yılın her mevsiminde meyve veren incir ağacının altında babasının derme çatma tahtalardan yaptığı sandalyede oturarak ördüğü masa örtülerini,    güller, horozlar işlediği kanaviçelerini ve bundan yıllar önce giydiği sütbeyaz gelinliğini sakladığı çeyiz sandığına ilişti. O sandığı uzun yıllar açmadığını, hatta anahtarını dahi nereye koyduğunu hatırlamamasına rağmen parayı onun içine koymuş olabileceğini kafasından geçirdi. Sonra bunun imkânsız olduğu aklına geldi. Demir başlıklı karyolasının başucuna oturdu iki elini başına götürdü. Saat sabah 10 ‘a geliyordu. Bir an önce kendini toparlamalıydı. Ayağa kalktı. Başı ağrıyordu. Odanın ışığını kapatmak için elini uzatırken gözleri tekrar  sandığına kaydı;  altındaki karartıyı farketti.  Boncuk boncuk ter damlaları sırtından   akıyordu. Bu yoğun heyecanı   en son eşi kendisini istemeye geldiği zaman hissetmişti. Sandığın yanına geldiğinde sanki ayak bağları çözülmüştü .Yere  eğildi .Elini uzattı .İyice buruşmuş  para destesini sıkıca avuçladı. Ayağa kalktı. Avucunu yavaşça açtı .  İyice buruşmuş 100’lük  Riyalleri dikkatlice düzeltmeye başladı. İlk açtığı 100 Riyal banknotun ön yüzünde  Kral Fahd’ın yüzünün yarısı kemirilmiş durumdaydı. Diğer banknotlar sağlamdı. Ağlamayla karışık bir kahkaha attı. Komşu Nazmiye’nin çatısından geldiğini tahmin ettiği  küçük  bir fare para destesine musallat olmuş bulduğu ganimeti yuvasına taşırken başarısız olmuştu anlaşılan .

Meryem , odaya girdiğinde yüzü yusyuvarlak .gözleri  kocaman herkesin gördüğü zaman “Maşallah” dediği Kadir sobanın yanında  mışıl mışıl  uyuyordu.Abisinden kalma kendisine biraz büyük gelen kazağı  giydirmişti ona, sonra uyuyunca da  üstünü örtmüştü.  Safiye , bitirmek üzere olduğu yer sofrasına dalmıştı. Meryem, az önce yaşadıklarını kimseye anlatmamaya karar vermişti. Kadir’i uyandırmak istememesine rağmen ,  uykusunu bölmek zorunda kaldı. Çarşıya inilecek ve Kadir’e göre okul önlüğü ,çizme alınacaktı onu götürmeden çarşıya gidemezdi ki. Sokak komşusu,   tek gözlü odada  öksüz yedi çocuğuna bakan  Zahide Hanım’ın başına gelenler , bu konuda  tüm komşulara ders olmuştu. Zahide  Hanım  , geçen yıl yaşıtlarına göre çok kilolu olan çocuğuna  çarşıdan pantolon almış evde çocuğuna giydirirken pantolonun  tüm dikişleri patlamış bir anda pantolon bez parçasına dönmüştü. Zahide Hanım, bu duruma çok üzülmüş ,oğlu  Çetin’i kulağından tuttuğu gibi  soluğu  ,   köşesinde   tarihi çeşmenin hala sapasağlam  durduğu Uzun çarşıyı enine kesen  ara  sokakta   üzeri muşamba ile örtülmüş ancak bir müşterinin  zar zor sığabileceği  dükkanda çocuk giyimi satan çarşı esnafının Pala  diye hitap ettiği  Nuri Bey’de almıştı. Zahide  ,o gün tüm çarşıyı ayağa kaldırmıştı .Yan sokakta hala demiri dövüp ekmek parasını kazanan demirciler bile işi bırakıp kopan gürültüyü merak edip gelmişti. Çarşının Pala Nuri ‘si, komşu esnafın ‘’ parasını biz ödeyeceğiz merak etme bu hanıma  parasını iade et‘’ demesi üzerine  avazı çıktığı kadar ‘’Oğlum kilolu desene hanım!. Ben nereden bileyim oğlunun çocuk değil, fil yavrusu olduğunu ‘’ diyerek Zahide’ ye  parasını zoraki  iade etmişti. Zahide Hanım’ın yaşadıklarını mahalleye  kulağı delik,    haber almada Reuters ajansıyla  yarışan  Lerzan yaymıştı. Lerzan ,  mahallede olup biteni sanki  her evde muhabir koymuşçasına bilirdi. Kimin karısını dövdüğünü ,kimin nişanlısından  ayrıldığını ,kimin kim hakkında dedikodu yaptığını anında duyar,  duyduklarını da geciktirmeden  önüne gelen herkese  anlatırdı.

Çarşıdan  geldiklerinde  vakit  öğleden sonraya  yaklaşıyordu. Sokak sakinleri , evlerinin önünde duran saz  demetlerini  içeri alma telaşındaydı.Sazdan örülmüş  hasırlar mahallenin en önemli gelir kaynaklarından biriydi.Örülen  hasırlar her hafta sonu mavi kamyonu ile  gelen tacir Rüstem’e satılır böylece evin haftalık giderlerinin  parası çıkarılırdı.Hasırlar ,uzun yaz akşamlarında  biraz da  elektrikten tasarruf etmek için   , sokak lambalarının  altında örülürdü.Herkes döşeğini ,malzemesini kaptığı gibi soluğu demir direğinden sarkan sokak  lambasının altında alırdı. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar bir yandan hasırlar örülürken diğer yandan  sohbet edilir,çaylar içilir,çekirdekler çitlenirdi.

Kadir ,çarşıda denediği,  üstüne tam gelen önlüğü annesinin tüm ısrarlarına rağmen üstünden çıkarmamıştı. Çarşı dönüşünde   annesinin aldığı külahlı sütlü dondurma erimiş ,  siyah önlükte beyaz leke yapmıştı. Meryem ,eve girer girmez  üstündeki elbiseyi değiştirdi. Çiçekli, kumaşı  Uzakdoğu ülkelerinden birinde dokunmuş elbisesini özenle  çıkardığı yere yerleştirdi.  Kemal ,odanın  içinde yeni aldığı siyah lastik çizmesini büyük annesi Safiye’ye gösteriyordu.Safiye nine, ‘oğlum sen yarın okula gideceksin seni yıkamam gerekiyor dediğinde  Kemal’ odadan dışarı  kaçmak için hamle yaptıysa da Safiye ninenin  elinden kaçamadı.Safiye ninenin  evin  kapısını kilitleyip anahtarı   fistanının cebine atması göz açıp kapanıncaya kadar olmuştu.Odun sobasının üstünde buharı tüten ve Meryem’in çocukları mis gibi koksun diye içinden   taze yapraklı  defne dalını eksik etmediği su dolu kazanı yavaşça kapının eşiğinin yanına koydu. Eşikte biriken suyun dışarı çıkması için açılan delikte duran  tıkacı çıkardı .  Sonra tahta sedirin altında sakladığı plastik leğeni ve hemen yanında duran annesinden kendisine yadigar kalan içi yeni kalaylanmış bakır tası , defne sabununu ve Kadir’in her gördüğü zaman tüylerinin diken diken olmasına neden  olan banyo lifini  aldı. Kadir  için yıkanmaktan başka çare kalmamıştı. Safiye , nerdeyse Kadir’in boyunda olan doğal banyo lifini çoktan defne sabunu köpüğüyle kaplamıştı. Kemal    yıkanırken her defasında   derisini  kaptırdığını hissettiği   life öcüye bakar gibi baktı . Safiye nine ,  Kadir’e en kısık sesiyle ‘’oğlum bak bu sefer seni ağlatmayacağım söz veriyorum  ,lifi hafifçe değdirip çıkaracağım ‘’ dedikten sonra ikna olan   Kadir’i yanına çağırdı  yavaşça  üzerindekileri çıkardı,koltuk altından tutarak leğene oturttu.Banyo lifini tekrar usta bir tellak gibi  eline alan  Safiye nine ,Kadir’in  ağlamasına ,’’yavaş nine  yavaş çok acıyor ‘’ demesine aldırmayarak, Kadir’i bildiği usulle  bir  güzelce yıkadı.

Birazdan  ev  reisliği görevi çok küçük yaşta  üstüne yüklenen  Mehmet  gelecekti.  Mehmet  ,ortaokula gidiyordu . Başarılı ve çok çalışkandı. Okumayı çok istiyordu. Meryem ,onunla iftihar ediyordu. Her defasında Kadir’in  ablaları   Nergiz ,  Fulya ve Firdevs’e  ağabeylerini örnek göstererek  onun gibi çalışkan olmalarını öğütlerdi. Kızlarının ağabeyleri gibi başarılı olmaması  onu  üzüyordu . Her  defasında işaret parmağını sallayarak  ‘’ Bakın okumayacaksanız söyleyin . Sizi terzi Semahat’ın yanına çırak olarak vereyim , en azından elinizde bir meslek olur. Babanız gurbet elde  siz okuyasınız diye çalışıyor siz parmaklarınızı kıpırdatmaya üşeniyorsunuz ‘’ derdi.

Kadir’in şimdiye kadar hiç görmediği  , bir defasında abisi Mehmet’e sorarak adlarını öğrendiği  tropikal  meyvelerin    resimlerinin olduğu  takvimin  hemen yanında yer alan  saat  16.00 ‘ı  gösteriyordu.Her gün bu saatte gelen ve mahallenin su ihtiyacını karşılayan itfaiyenin sirenleri  beşikte uyuyan yüzü tülbentle örtülü Hikmet’i uyandırmıştı. Hikmet soluk almaksızın   ağlamaya başladı. Göz yaşları gözünden fışkırıyormuşçasına  çıkıyordu.Meryem ,soluk soluğa  odaya koştu hemen Hikmet’i kucağına aldı ve bildiği tek ninniyi mırıldanmaya başladı.’’ Mendel mendel mendili , mendili meleklere verdim mendili  . Verdiğim mendilin içine Melekler Hikmeti’mi  koydu verdi’’.Hikmet annesinin terennümlerini duyunca   tekrar uykuya daldı .  Meryem , bebeğini yavaşça beşiğine koydu. Üzerine  ince  tülbenti örttü.

İlçenin suyunu karşılayan güzelim şelalesi ile meşhur  suyun kaynağını biraz daha genişletelim diyen yetkililer dinamitleri patlatmış ama oluşan çöküntü şelaleyi ortadan kaldırdığı gibi kaynağın suyunu da kesmişti. Su mahallelere itfiaiye araçları ile dağıtılıyordu uzunca bir süre.  Meryem , elinde  iki kulaklı büyük silindir bidonla , kızları Nergiz,  Fulya ellerindeki küçük bidonlarla    itfaiye arabasının arkasında sokağın ta başına kadar uzayan sıranın içinde su doldurma sırasının kendilerine gelmesini bekliyordu. Su doldurma sırası yüzünden her gün  kavga çıkardı.O gün de Defne sokak sakinlerinden  Bedia ile Fikriye saç saça, baş başa girmişlerdi. İtfaiye sürücüsü, sıska  bedeni ve   üzerindeki itfaiye elbisesi içinde korkuluk gibi görünen  emekli olmasına az kalmış  olan Orhan ağabey ,her iki kadını ayırmaya çalıştıysa da başaramamıştı. Her iki kadının saçları  dağılmış , tülbentleri yerde çamura batmıştı. Meryem ve kızları o gün  fazla uzayan sıra  kavgası yüzünden eve geç döndüler. Meryem Hanım’ın annesi Safiye   eve geç geldikleri için  kızına söylenmiş ‘’ Ben sana nasıl ev  kadını olunur  bir türlü öğretemeyeceğim. Baksana hamurun çoktan kabardı ne zaman tandıra gideceksin ? Ne zaman ekmek pişireceksin , ne zaman seni bütün ev işlerini zamanında bitirmiş olarak  göreceğim?  Söyle !’’ Demişti. Meryem ,   haksız da  olsa yaşlı  annesini   kırmamaya çalışırdı. Meryem’in  bir tek kardeşi vardı; Rasim . Uzun yıllar önce   evlenmiş çok istemesine rağmen   çocuğu olmamıştı. Yeğenlerini ağzındaki lokmayı paylaşacak kadar severdi. Aynı mahallede oturmasına rağmen ablası Meryem’in evine  her gelişinde  eli boş gelmezdi . Çoğu zaman elinde  mahallenin tek bakkalı olan Hamit ‘ten satın aldığı muz salkımı veya bir torba kuruyemiş  olurdu. Hatta bir defasında eli boş gelmesin diye  yaşı ilerlemiş bakkal Hamit’i   açık olan  dükkanda yarım saatten fazla beklemişti.  Bakkal Hamit ,o gün  aldığı tüm önlemlere rağmen  tezgahından elma çalmasına  engel olamadığı mahallenin delisi Sacid’i bir defa da olsun hemen sonrasında  yakalamak için aldığı  bisikletine atlamış  tabana kuvvet kaçan  Sacit ’i sokak sokak azimle kovalamıştı.  Ancak Sacit ,bisikletin  pedalinden  hızlı davranmış bu sefer de  izini kaybettirmişti.  Bakkal Hamit  bisikleti satana söylene söylene  Sacidi’i yakalayamamanın verdiği derin  üzüntüyle  kapısını açık bıraktığı dükkanına  dönmüştü.

Meryem , geçirdiği  yorucu  günün sonunda  uzandığı tahta sedirde gözlerini tavana dikmişti. Bir yandan da  tandırda ekmek pişirirken yaktığı parmağının acısını bastırmaya çalışıyordu.Siyah beyaz televizyonun hışırtılı ekranında   Adile Naşit’in uykudan önce  programı yeni bitmiş ,  ellerini ileri geri hareket ettirip konuşan çizgi film ‘’Musti’’ başlamıştı. Beş kardeş  pür dikkat kesilmiş ağızları açık televizyona bakıyordu.Biraz sonra bahçenin dış kapısı çalındı.Gelen  Meryem’in  çok sevdiği  kuzeni Hatice’nin kızı Gül’dü.Fulya ve Gül aynı yaşlardaydı birbirlerini   çok severlerdi. Gül ,’’iyi akşamlar’’ der demez   hemen Fulya’nın yanına   sokulup oturdu. Fulya ile Gül sanki bir saat öncesinde ayrılmamışçasına  derin bir sohbete başladılar. Safiye, biraz sonra bir elinde içinde ceviz içi ,kuru incir  diğer elinde tahin dolu melamin tabaklarla  içeri girdiğinde Meryem ve beşikte uyuyan Hikmet dışında herkesin gözü  Safiye’ye çevrildi. Tabakta herkese yetecek kadar kuru yemiş vardı. Kadir’in dört gözle bekledikleri    gelmişti . Kuruyemiş tabağının yere açılan örtüye koyulmasıyla , tabağın içini avuçlaması bir olmuştu. Yağmurun sesi  tekrar duyulmaya  başlamıştı. Çatı üstündeki  kiremitlere   düşen her yağmur  damlası değişik bir nota çıkarıyordu sanki. Mehmet ve Fulya,  Gül’ü  üçü bir şemsiyenin altına sığışarak   evine bıraktıktan sonra eve döndüler. Duvardaki saat   23’ü  gösterdiğinde evdeki herkes uykuya dalmıştı  .Bir tek Kadir’in gözleri kapanmamıştı ,  yarın başlayacağı  ikinci yuvası  olacak  okulunun heyecanı onu henüz yanlız bırakmamıştı.

 

Benzer gönderiler