Antakya doğumlu genç sinema yönetmeni Gökhan EVECEN ile kısa film üzerine bir söyleşi.
Asi’nin sesi. Gökhan EVECEN KİMDİR? Bize kendinizi tanıtır mısınız.
Gökhan Evecen: 1981 yılında Antakya’da doğdum. İlk ve ortaöğrenimimi Antakya’da tamamladım. 2000 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema-TV bölümünü kazandım. Üniversite eğitimi sürecinde çeşitli kısa filmlerde senaristlik, oyunculuk, yönetmenlik yaptım. 2004 yılında üniversiteden mezun oldum. Mezun olduktan sonra İzmir’de ve İstanbul’da film setlerinde görev aldım.2009 Yılından bu yana Antakya’da film çalışmalarına devam ediyorum.
Asi’nin sesi: Kısa film nedir? Uzun metrajlı film’den farkı ne?
G.Evecen: Kısa film ,tanımına bakılarak kolay sanılsa da izlendiği zaman zor bir tür olduğukabullenilerek hakkı teslim edilir. Kısa film, anlatılmak istenen şeyin kısa ve öz olarak kamera karşısında vücut bulmasıdır. Uzun metrajlı filmlerde izleyici dikkatini başka yere ara ara verebilir belki. Ama kısa filmde bu şansı bulamaz. Filmi başından sonuna kadar yoğunlukla izlemesi gerekir.
Asi’nin sesi: Neden kısa film? Ülkemizde kısa film çalışmaları yaygın mı?
G.Evecen: Bağımsız ve özgür düşüncelerin rahatça ifade alanı olan kısa film, ülkemizde son yıllarda yaygınlaşmaya başladı. İran’da yılda 2000’e yakın kısa film çekilirken, ülkemizde bu sayı 200’ü zor aşmaktadır. Ama yapılan kısa film festivallerinin ve yarışmalarının yaygınlaşması, insanların teknolojiyle olan maddi – manevi sınırların daralması ve internetin hızı, kısa film türünün yaygınlaşmasına zemin hazırlıyor.
Asi’nin sesi: Çalışmalarınızı genellikle Antakya’da ve Arapça yapıyorsunuz. Neden Antakya ?
G.Evecen: Antakya, yüzyıllardır çeşitli kültürlere ev sahipliği yaptı, tanıklık etti. Burada yaşayan kültürlerin tarihi oldukça derin. Şu an bu topraklarda yaşayan halklar, var olan egemen sistemden dolayı kendilerini ifade etme, kendi kültürlerini yaşama ve yaşatmak konusunda sıkıntı yaşamışlardır. Yıllar sonra bu gerçekliğin sert dayatmasıyla yavaş yavaş kendilerini ifade etmeye başlamışlardır. Ermeniler olsun, Kürtler olsun ve daha birçok halk kendi tarihinin bilincine farkına varıp kültürlerini yaşatmaya, yaratmaya devam etmiyorlar. Araplar bu konuda geri kalmışlardır. Yanı başındaki Arap coğrafyasının muazzam büyüklüğü bile bu konuda etkili olamamıştır. Sonuç olarak Antakya’da yaşayan Araplar daha yeni filizlenmeye başlayan ifade eserlerini kayıt altına almaya ve tartışmaya başlamıştır.
Asi’nin sesi: İlk filminiz “YOKUŞ” çok ilgi gördü. Bu ilgiyi bekliyor muydunuz?
G.Evecen: Açıkçası filmi çekmeden önce ve çektikten sonra da filmin bu kadar etki yaratacağını ummamıştım. Emrah Cevher arkadaşım Yokuş’un hikâyesini anlatınca ben de bunun bir vicdan borcu olduğunu ve çekmemiz gerektiğini söyledim. Bu inanç ve kararlılıkla senaryo üzerinde çalışıp çekim için hazırlıklara başladıktan sonra filmi çektik. İlk defa Araplar’a dair bir film ortaya çıkıyor ve bunu evrensel bir sorun olan anadil – resmi dil çatışması ekseninde işledik. Süresi kısa olsa da anlattığı konu çok tartışma yarattı ve yaratmaya devam ediyor. İçeriğe dair biraz sert bir metin olsa da gelinen süreçte üzerimizdeki ölü toprağı attığımız zamanda bu gibi metinlere ihtiyaç duyulduğu bir gerçektir.
Asi’nin sesi: “ Yokuş” filminiz bir çok yerde gösterildi ve ödüller aldı. Alınan ödüller sizi mutlu etti mi?
G.Evecen: Ödüllerin benim için önemi yok, daha doğrusu en büyük ödülü aldım zaten: İnsanlara film aracılığıyla ulaşma ve metni tartıştırmak… Ürettiğim hiçbir filmi beğenmiyorum. Bana mutluluk veren ürettiğimiz sanat yapıtının insanlar tarafından tartışılması, kafalarda soru ve ünlem işaretlerini yaratabilmesi. Bu yaz şehrimizde gerçekleştirilen birkaç yerel festivalde Yokuş filmi gösterildi ve ekibi ile (özellikle çocuk oyuncuları katmaya çalıştım) söyleşi gerçekleştirdik. Yaşamda hangi alanda uğraşırsak uğraşalım bir amacımızın olması gerektiği inancındayım. Emek sarf ettiğimiz üretimler o oranda gerçekleşir ve mutlu oluruz. Ben, film üretimi sürecinde amaçladığım hedeflerin çoğuna böylelikle ulaştım. Yokuş filminin Ermenistan’da ve Siirt’te ödüller alması sadece filmi oraya taşıdığımız ve tartıştırdığımız için bir ‘ödül’dür.
Asi’nin sesi: Filmlerinizin senaryosunu yazarken etkilendiğiniz olayların rolü oluyor mu? Örneğin “LEKE” filminin ilham kaynağı neydi?
- Evecen: Ben her filmde farklı bir konu ya da türü deniyorum. Leke filminin ilhamı Hrant Dink’tir. Ülkemizin vicdanını harekete geçiren kişidir Hrant Dink. Geçen sene ilanını gördüğüm Vicdan Filmleri adlı bir proje beni üzerinde pek düşünmediğim ama gerekli olduğunda sözünü ettiğimiz bir kavrama yoğunlaşmamı sağladı. Yaklaşık üç ay boyunca vicdan üzerinde sorgulama ve tartış –tır-ma süreci oldu. Pişmanlık ile vicdan azabı arasındaki ilişkiye dair ya da vicdanın somut olarak kendini nerede gösterdiğine dair düşüncelere daldım. Orhan Miçooğulları arkadaşımla birlikte bu tartışmaları film dilinde tartışmaya başladık ve “vicdan en rahat yastıktır” sözünden yola çıkarak vicdanın evrimsel dönüşümünü insan üzerinden anlatmaya çalıştım. Beyin ile yürek arasındaki yol olan vicdanla ilgili çalışmamız Leke’yi deneysel bir yöntemle çektim. Sessiz ve 4 dakika süren film, Ulusla arası Hrant Dink Vakfı Uluslararası Vicdan Filmleri Projesi kapsamında en iyi 20 filmin arasına girdi.
Asi’nin sesi: Cansever’in güzel şiiri ve “ Antakya’nın dar sokaklarında bir arayışın hikâyesi”
Şiir ve görselliğin uyumunu çok iyi yakaladığınız film “Hükümsüz” hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
G.Evecen: Teşekkür ediyorum,. Hükümsüz ödülünü şu an sizden aldığımı belirtmek istiyorum… Edip Cansever’i okuduğunuzda Antakya’nın dar sokaklarına girdiğiniz zamanki duygu dünyasına benziyor. Cansever’in varoluşsal kimliği, kendini dar sokaklarda arayışa çıkıyor diyebiliriz. Varoluşçuluk bir nevi arayıştır, sorgulayıştır. Antakya’nın dar sokakları kendi tarihi derinliği ile gerek kendimizi gerekse de yaşamımızı sorgulama alanı yaratıyor. Bir dolambaç gibi bu sokaklar, kimi zaman çıkmazlara girilen; hayat gibi. Ama hayatta bize yol gösterecek ipuçlarının olduğunu gösteriyor Hükümsüz. Çünkü aramaya başlayan olan biz, aslında tarihin ilk çocukları değil, son çocuklarıyız. Yalnızlık korku yaratır ama kimlik arayışında gereklidir diye düşünüyorum. Çünkü yalnız doğduk ve yalnız gömüleceğiz. Bu bir umutsuzluk ya da karamsarlık değildir. Aksine doğum ve ölüm arası olan dönem için gerekliliktir. Her umutsuzluk bir umut yaratır zaten.
Asi’nin sesi: Toplumun kanayan yarası kadının erkeğe yabancılaşmasına vurgu yaptığınız “SEN BU OYUNDAN ÇIK” filminin senaryosunu bir erkeğin bakışıyla mı yazdınız?
- Evecen: Aslında çekmek istemediğim bir filmdir ‘Sen Bu Oyundan Çık!’. Çünkü bu bir ahlaki mesele olarak geliyor bana. Sorunun nedenine dâhil olduğumuz bir konudur kadın sorunu. Bunu başka alanlarda da görmek mümkün. Örneğin ben kişisel olarak Kürtlerin yaşadığı travmayı bilirim, ama anlayamam. Bunu benim değil bir Kürt vatandaşın anlatması daha ahlaki ve mantıklıdır. Konumuz kadın sorunu ise bunu aslında bir kadının anlatması daha inandırıcı ve derinleştirici kılar. Erkek gözüyle kadın sorunu diye tanımlayıp sanat yapıtını ortaya çıkarmak için ise şu an için erken. Çünkü toplumumuzun kadın gözüyle kadın sorunu yapıtlarını ve Kürt gözüyle Kürt sorunu vb. algılayışla ortaya konan ürünlere muhtaçtır. Yine de neden çektin diye sorarsanız: Ümran Büyükaşık arkadaşımın kafasındaki hikâyeyi görsel dile dönüştürme isteği ve ısrarından kaynaklanıyor. Ben de bunu bir istisna ve film çekim süreci eğitimi tanımlayıp hem eğitim konusu olarak hem de sonuçta kadınla ilgili düşünlemelerin görselliğe dönüşmesi açısından önem arz ediyor. Film diyalogsuz ama başlarken ve biterken çocukların oyun esnasında söylediği tekerlemeler yer alıyor. Filmle ilgili soruların aslında filmde oynayan ve çalışan kadınlara yöneltilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Asi’nin sesi: Son çektiğiniz film hangisi?
- Evecen: Ken Meken,
Asi’nin sesi: Ken meken ilginç bir isim? Anlamı ne?
G.Evecen: Ken Meken, Arapça’da bir varmış bir yokmuş anlamına geliyor. Anadolu’da yaşayan Araplar’ın hikâye ya da masal anlatım önsözüdür. Özellikle elektriğin olmadığı zamanlarda bir araya gelen Araplar’ın birbirlerine hikâye anlattıkları dönemi film diline çevirmek istedik.
Asi’nin sesi:Filmin senaryosu nasıl doğdu? Çekim süreci nasıl başladı? Okurlarımızla paylaşır mısınız?
G.Evecen: Geçen sene çektiğim Yokuş adlı kısa film, gerek anadil gerekse de Arapça vurgusunu taşıdığı için ilgiyle karşılandı, halen de ilgi devam etmekte. Özellikle bu bölgede yaşayan Araplar’ın kendi dilini filmde duymaları ve bir dönem yaşadıkları önemli bir olayı filmde görmeleri bir ilk taşıdığı için önemsendi. Ben de bu durumu biraz daha derinleştirmek istedim.
Ken Meken ile anlatmaya çalıştığımız bir değişen kişi, dil ve toplum yapısını ön plana çıkarmak. Hikâye bu noktada araç oluyor bize ve hikâye de şunu özetliyor: Yıllar geçse de üzerinden bazı şeyler değişir, bazı şeyler değişmez. İçeriğe dair fazla bilgi vermek anlamsız, en iyisi izledikten sonra tartışmaktır. Film, çok tartışılacak; eksisi ve artısıyla. Çünkü Araplar’a dair ilk bu coğrafyada çekilen ve filmin bütününde sadece Arapça konuşulan ilk kısa film özelliğini taşıyor. Çorak bir alan olması vesilesiyle gerek tartışmalara, gerekse de yeni filmografik çalışmalara örnek edecek. (Umuyorum)
Asi’nin sesi: Ken Meken’ in çekim sürecinden biraz bahsedelim. Film ekibi nasıl oluştu ve neden Harbiye’de çektiniz?
G.Evecen: Yokuş filmi bana şunu gösterdi: Bu coğrafyada yaşayan Araplar’ın kendi hikâyelerini, özlemlerini, şarkılarını, olaylarını ve tabi ki dillerini ekranda görme isteği… Bunu bir vicdani sorumluluk olarak da hissettim. Gerek taşıdığım aydınlık günlere özlemim, gerekse de elimdeki silah olan kameram beni bu sorumluluğa itti. Yerel hikâyelerle ilgili araştırmaya başlamışken Harbiye’de benzer kaygılarla hareket eden dostlarım da film üretiminde bulunma gibi çabaları oldu. Özellikle Bedi Duman ve Umut Kart dostlarımla kaygılarımızı ve emeğimizi ortaklaştırmaya karar verdik ve çalışmalara başladık. Yaklaşık 2 ay süren senaryo yazımı ve akabinde yapım ve çekim için hazırlıklara başladık. Gerçekleştireceğimiz çalışmanın Harbiye’de hayat bulmasının orada çalışma yapacak kişilerin birbirini tanımalarına ve örnek teşkil etmesini öngörerek gerek oyuncuları gerekse de çekim mekânlarını Harbiye’den seçtik. Yaklaşık 30 kişinin yer aldığı bir gönüllü arkadaşlarla filmi çekmeye başladık. Antakya’da bağımsız olarak film çekmenin zorluklarını Ken Meken filminde de yaşadık. Gerek çalışanların deneyimsizliği gerekse de maddi imkânsızlıklar dezavantaj olarak görülürken benim için bu durum bir avantajdı. Çünkü diğer kısa filmlerimde de çalıştığım kişiler genellikle deneyimi olmayan ama altını çizdiğim gönüllü arkadaşlardan oluşuyor. Bu, bizim yaptığımız işe olan inancımızı güçlendiren ve emeğe emek katan bir olgudur. Bir diğer avantajlı yönü de imkânsızlıkların doğurduğu yaratıcılık… Örneğin bir nedenle çekimi sonlandırmak zorunda olduğumuz bir sahnenin tamamlanmasıyla ilgili o anda karar alıp, senaryo üzerinde birkaç değişikle o olumsuz nedeni olumlu bir çözüme kavuşturmuş oluyoruz. Sonuç olarak film ekibi için zor bir süreç olsa da herkes bu koşturmacadan sonra yeni tanışmalar, kalıcı dostluklar ve ortaya sanat yapıtı ortaya çıkardı.
Asi’nin sesi: Film ne zaman izleyicisinin karşısına çıkacak?
G.Evecen: Filmimiz şu an “demlenme” yani kurgu aşamasındadır. Film ekibiyle yapacağımız ortak değerlendirmeler sonucunda filmin son haline şekil verip filmi izleyicisiyle buluşturacağız. Bizim için herhangi bir festivale yetiştirme gibi hedefimiz yok; hedefimiz bu topraklarda çekilen ilk Arapça kısa film olması vesilesiyle ortaya içerik ve biçim açısından nitelikli bir yapıt doğurmaktır. Dolayısıyla bu zaman bir aydan az bir süre değil.
Asi’nin sesi: İleride yapmayı düşündüğünüz bir projeniz var mı? Okuyucularımızla paylaşır mısınız?
G.Evecen: Benzer kaygılarla hareket eden ve kendi Arapçamızla insanımıza müzik aracılığıyla ayna tutan Nihat Çay ile birlikte çalıştığımız “Finnen” adlı belgesel üzerinde de çalışıyorum. Kendisi de bir finnen (ozan) olan Nihat Çay, bu coğrafyadan gelip geçen Arap ozanları üzerinde araştırma yaptıktan sonra birlikte köy köy dolaşarak yaşayan ve yaşamayan finnenlerin izini sürdük. Kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi gün ışığına çıkarma gayretiyle yaptığımız bir çalışmadır.
Hep söylediğim bir şey var: Ben ve senaryo ne zaman hazır olursak o zaman film çekmeye karar veriyoruz. Üzerinde çalıştığım kısa ve uzun metrajlı senaryolar var. Ve altını çizdiğim üzere gerek senaryo aşamasını gerekse de film çekim sürecini gönüllü kişilerle birlikte gerçekleştiriyorum. O yüzden kesin olarak hangi senaryoyu filme aktaracağımı bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da üretim…
Asi’nin sesi: Bize ayırdığınız değerli zamanınız için teşekkür eder, Çalışmalarınızda başarılar dileriz.