Gökhan Mansuroğlu
Farklı argümanlarla gündeme getirilse de çoğunluğun, yerel kültürel yapıların çözüldüğü konusunda bir fikir birliğine sahip olduğundan söz etmek mümkündür. Bu konuyu genel bir sorun olarak kabul edip mevcut dünya sistemiyle bağlantılandıran ve dışarıdan bakıp felsefi ya da ideolojik sonuçlar çıkaranlar olduğu kadar, konunun doğrudan muhatabı olan ve bu sorunun sonuçlarından doğrudan etkilenen ve buna karşı bir şeyler yapma çabasıyla kendi yerelliğinde akıntıya karşı yüzmeye çalışanlar da bulunmaktadır. Bu iki uç arasında bir ayağı yerel kültürde diğer ayağı global “kültürsüzlükte” olan, nostaljiyle karışık bir duygusal boşluğu yaşayan insanların sayısı ise hiç de az değildir…
Doğrusu, yakın zamana kadar yaşadığımız coğrafyada, azınlıklarla ilişkilendirilen bu konu, hakkında pek çok çalışma yapılmış olmasına rağmen zihnimizin açılmasından çok küresel dünya sisteminin kendisini iyice gözümüze sokması nedeniyle, daha çok evrensel bir konu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Zira, resmi bir kurumsal örgütlülükten yoksun kültürler (örneğin Laz kültürü)in yanısıra, devlet yapısının resmi kurumsallığınca örgütlenmiş ve desteklenmiş Türk kültürünün de artık çözülüşünden ve asimile oluşundan bahsedilebilmektedir. Bir diğer yandan Arap devletleriyle çevrili bir bölgedeki Filistin sorunu kültürel ve ulusal boyutlarıyla da devam ederken, Almanya gibi büyük bir Avrupa devletinde, göçler ve İslamiyet’in etkisinin artması nedeniyle, Alman ırkının yok olmakta olduğuna dair kitaplar yazılabilmektedir. Dünya çapında hegamon bir dilin etkinliği artarken Afrika’da peş peşe yokolan yerel dillerle yapılan müzikler dinlenebilmektedir.
Peki bu işin neresinden tutmalı ? Bunun için evvela bazı tespitlerde bulunmak gerekiyor :
- İletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle birlikte farklı kültürel yapılar arasındaki iletişim artmaktadır. Eşit olmayan güç ve olanaklarla gerçekleşen bu karşılaşma kendini kültürel etkileşimden çok, kültürel dayatma biçiminde göstermektedir.
- Üretim ilişkilerinin gelişmesi ve benzeşerek genelleşmesi sonucunda, yerellikler zayıflamakta ,maddi üretimler gibi kültürel üretimler de orijinallikten uzaklaşıp otantik özelliklerini kaybetmektedir.
- Genelleşmiş tüketim ekonomisinin dünyanın en ücra köşelerindeki toplulukların bile içine işlemesiyle insana dair duyguların yozlaşması, insanlığı, kültürün insana dair olanından metaya dair olanına yaklaştırmaktadır.
Bu tespitlere dayanarak etnik herhangi bir kimlik belirtmeden ve ön plana çıkarmadan, genel bir insanlık kültürünün kendi insani yapısına düşman bir biçime dönüştüğünü söylemek mümkündür. Bütün bunları ortaya koyarken yine de kendimizi bir aidiyet içinde hissedip doğup büyüdüğümüz toprakların olumsuz değişimine daha bir tepkiyle yaklaşmaktan ve bu acıyı daha bir şiddetli yaşamaktan kendimizi alamıyoruz.
Kültürüm Elden Gidiyor, Ne Yapmalıyım ?
Çoğumuz, hayatımızın en azından bir döneminde bizi rahatsız eden ve bir şeyler yapma ihtiyacı doğuran bu soruyla karşı karşıya geliyoruz. Elinden oyuncağı alınmak üzere olan bir çocuk gibi endişeleniyoruz. Bir kısmımız, elimize tutuşturulan yeni oyuncak robotu, annelerimizin kıt imkanlarla kendi elleriyle yaptıkları bez oyuncaklara tercih edip çabucak bu eski püskü şeyleri unuturuz. Bir kısmımız, bu eski oyuncaklardan vazgeçemez, ömür boyu yanlarında saklar. Ancak kendi çocuğuna bu oyuncağı yapamaz ve ister istemez robot alıp çocuğuna vermeye yönelir. Bazılarımız ise annelerinin yaptığı oyuncağı , çocuğuna kendisi yapma konusunda kararlıdır. Eski kıt imkanlar zenginleşmiştir, ama ne kadar çabalansa da ancak derme çatma ve “bir şeyler eksik dedirten” bir oyuncak çıkar ortaya; artık yapılamadığı görüldükçe kahrolunur…
Eskiye gözlerini kapayıp, kulaklarını tıkayanlar konumuzun dışında. Diğerleri içinse sorun aslında gayet açıktır: Herşey değişmektedir ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İlk grup için tercih; arşiv çalışmalarıdır. Kültürel miras önemlidir ve korunmaldır. Buna dair bütün materyaller derlenmeli ve toplanmalıdır. Gerçekten çok değerli bir çalışma olmakla birlikte maalesef bir kolleksiyoner edasıyla antika toplayanların yaptıklarından çok farkı yoktur bu işin. Zira bu noktada kültür, parçası olunan bir sosyal alan olmaktan çıkıp, hakkında bilgi sahibi olunan yabancı bir objeye dönüşebilmektedir. Öyle olup olmadığının göstergesi örneğin meselleri* derleyen birisinin bu meselleri ne kadar kullandığıdır. İkinci grup için de artık kısmen bir yabancılaşma olmakla birlikte bu” kültür adına bir şeyler yapma isteği” ağır basmaktadır. Ancak çoğu zaman yeterli birikim ve donanımdan yoksun olunan bu çalışmalarda, zihinlerdeki asimilasyon ortaya çıkıp ürünlere melez bir karakter kazandırmakta, “hiç olmasaydı daha iyi olurdu” dedirtebilmektedir.
Tarih, kronolojik olarak ileriye gidiyor. Geçmişe dönmek ya da bugünü dünmüş gibi yaşamak mümkün değil. Günümüzün getirdiği olumsuzluklardan kaçmak adına maddi yaşam koşullarının, sosyal değer yargıları ve davranış biçimlerinin değiştiği bir dünyada geçmişi yaşamaya çalışmak yeniyi yaratamayanların ütopyası olabilir ancak. Bu noktada anahtar kavram; kültürel bir mirasa dayanarak yeni bir kültürel oluşumun yeşermesini sağlamak olmalıdır.
Kültürel Yeniden Üretim
Kültür kelimesinin etimolojik köküne bakıldığında “toprağı ekip biçme, tarım” anlamlarını buluruz. Bu güzel analojiden yola çıktığımızda kültürün yeşereceği bir zemin, bir toprak gerekliliği kendini net biçimde gösterir. Bu zemini, kültürün yaşam alanı olarak da tarif edebiliriz ki bunlar insanların birbirleriyle ve doğayla yakın etkileşim içinde olduğu ve yoğun paylaşımların yaşandığı alanlardır. Gerçekten de bölgedeki yakın dönem müzikal ve sözlü kültürün büyük oranda pamuk ve zeytin işçiliği dönemlerinde hem iş sırasında hem de akşam “sehra”larında** geliştiğini görürüz. Keza köylerde birlikte yapılan faaliyetler, kına, düğün gibi sosyal etkinlikler ve ev oturumları da böyle kültürel üretim alanlarıydı. Bu durum çokça tekrarladığımız sosyal bir varlık olmanın bir sonucuydu; soracak biri olmadığında bilmecenin, karıştırıp haline gülünecek biri olmayınca tekerlemenin ve miycanaya*** eşlik eden olmayınca etaabanın**** çokça bir anlamı yoktu…
Sonuç olarak nostaljik ya da arşivci bir yaklaşımın panzehiri tarihsel kökleriyle buluşmayı başarabilecek yeni bir kültürel varlığın üretileceği sosyal yaşam alanları, kültürel üretim ortamları yaratabilmektir. Örneğin ASİ bölgesinde yerel yaz festivallerinde kısa dönemli de olsa bu üretim ortamlarının oluştuğunu görebilmekteyiz. Gençler, büyükleri ve çocukları da yanlarına alarak yerel kültürel öğelerle birlikte yeni üretimler için paylaşımcı bir faaliyet içerisine girmektedirler.
Arap Müziği Atölyesi
ASİ-DER bünyesinde üç yılı aşkın bir süredir faaliyetlerine devam eden Arap Müziği Atölyesi, İstanbul koşullarında müzikal alanda bir yeniden üretim faaliyetinin gerçekleşmesini amaçlayan bir çalışmadır. Bu atölye, sınırlı sayıda repertuarı, işinde uzman müzisyenlerce icra edip sunmayı hedeflememiştir ve bu anlamıyla Arap müziği iddiasındaki grupların tamamından farklıdır. Atölye çalışması, daha çok bir repertuar araştırması ve icra çalışmasıyla yerel Arap dilini ve müziğini anlamaya dönük bir çalışmadır. Yitip giden bir dilin konuşulabileceği ve konuşma dilinin dışında şiirsel bir ifadenin bildiğimiz dille yapılabileceğinin öğrenilebildiği bir çalışmadır.
Bu güne kadar kısa ya da uzun süreli kırkın üzerinde katılımcı devam etmiş ve yine kırkın üzerinde şarkı çalışılmıştır. Her şarkıda en az birkaç kelimenin söz dağarcığına eklendiği bu çalışmada, telaffuz konusuna özel bir önem gösterilmiş ve mümkün olduğunca orijinal kaynaklardan faydalanılmıştır. Elbetteki bir müzik çalışması olması itibariyle temel nota eğitimi ve başlangıç seviyesinde solfej eğitimi verilmiş ve katılımcıların her türlü enstrüman çalışması desteklenmiştir.
Sunuma dönük bir çalışma olmasa da üretimlerin paylaşıldığı ortamlar olmuştur. Atölye, dernek gecelerimizde, İstanbul’daki Halkların Dostluğu konserlerinde ve geçtiğimiz yaz Samandağ Evvel Temmuz festivalinde sahne almıştır. Her biri başka bir anlam taşıyan bu etkinliklerde sınırlı müzikal imkanlara rağmen çalışmanın niteliği ve repertuar seçimi büyük beğeni toplamıştır.
Çalışmalarına sürekli yenilenen katılımcılarıyla devam eden Arap Müziği Atölyesi, Doğu Akdeniz Bölgesi Arap Müziğini ve dilini öğrenmek isteyen bütün dostları her Pazar günü saat 17:00 de dernek merkezimizdeki çalışmalarına davet eder.
———————————————————
*Mesel: Atasözü
**Sehra: Özellikle Arapça konuşan halklarda insanların sohbet,muhabbet ve müzik eşliğinde geceyi geçirmek için biraraya gelmesi
***Miycana:
****Etbaa:
SELAM ÇOK İSABETLİ OLMUŞ… DEVAM… CORONA GEÇSİN ORADAYIM