Scroll Top

TARİHİ ŞAHSİYETLERIMIZ: KELIMELERLE ALLAME DR. ŞEYH ESED ÂSI

ŞEYH AHMET ÂSI


Miladi 1946 yılında Lübnan’ın Trablus şehrinde doğmuştur. Kendi kendisini yetiştirmiş ve ilmini Ebu Abdullah el-Huseyn b. Hamdâne’l-Hasîbi’nin yolunda olan güvenilir alimlerin ruhani rehberlerinden Ehli Beyt Mezhebi üzerine almıştır. Lise eğitimini tamamlamış, sonra da bir çok mezhep ve kültürü inceleyerek kendisini geliştirmiştir. Trablus’taki ‘el-Şebâb el-Alevi Hareketi’ genel sekreterliğini üstlenmiş, yine aynı dönemde İmâm Ali Mescidi’nin imamı ve vaizi olmuş, daha sonra da meclis başkanlığını Üstad Ali Yusuf Iyd’in üstlendiği ‘Alevi İslam Birliği’nin dini liderliği konumuna getirilmiştir. İçişleri Bakanlığı’na ait 1994 tarihli, 5347 sayılı kararname ile ilgili 7/3/1995 sayılı karar uyarınca, Lübnan Cumhuriyeti’nde Alevi İslam Mezhebi’nin geçici mercii ve Alevi Halkının tanınması için merci olarak atanmış, 19/3/2009 tarihinde ise ‘Lübnan Alevi İslam Meclisi’ Başkanlığına seçilmiştir.

İran ve Arap dünyasında birçok konferans vermiş; çeşitli kitap, dergi ve gazetelerde makaleleri ve kasideleri yayınlanmıştır. Bir çok basılı ve el yazması eseri vardır. Basılı eserleri; ‘Filozofun Marşı’, Suriye ve Mısır ordularının Golan Tepesi ve Sahra Çölü’ndeki zaferi üzerine yazmış olduğu ‘Savaş Marşı’, ‘Namaz Kitabı, ‘Temmuz Direnişi’ isimli vatansever şiir divanı ve Alevi İslam Toplumu hakkında yazmış olduğu ‘Tarihsel ve Mezhepsel olarak Aleviler’ isimli çalışmasıdır. Ayrıca, Paris’te Uluslararası Yazarlar Birliği’nden Arap dilinde doktora ödülü aldığı ‘İslam Hukukunda Alevi Derinliği’ adlı bir kitabı da vardır.

El yazması ve basılı eserlerinde, büyük Arap şair Nedim Muhammed, Üstad Ahmed Ali Hasan, Şehit Hasan Mehdi el-Şirazi, Profesör Üstad Corc Cordak, Alim Dr. Avukat Ahmed Imran el-Zavi, Tarihçi Yazar Muhammed Ahmed Ali, Alim Dr. Esad Ali gibi büyük alimlerin bilgi ve şiirlerinden alıntılar yapmış, örnekler sunmuştur.

SÖZLERİ, YAZILARI VE ŞİİRLERİNDEN ALINTILAR

  1. Bir Alevi Müslüman olarak Kur’an-ı Kerim’i ve ayetlerinin iniş sebeplerini okurken kendi kendime soruyorum: Sünni olmadıkça nasıl bir Alevi Müslüman olabilirim? Resulullah’ın (s.a.a.) sahabeleri Kur’ân’ın içinde değil mi?

Şii olmadıkça nasıl bir Alevi Müslüman olabilirim? Ehl-i Beyt Kur’an’ın içinde değil mi?

Dürzi olmadıkça nasıl bir Alevi Müslüman olabilirim? Salman el-Fârisi, Kur’an-ı Kerim’in içinde değil mi?

Ve Hıristiyanlığı sevmeden nasıl Müslüman olabilirim! İsa Mesih ve Meryem el-Azrâ Kur’an’ın kalbinde değil mi? 

Ancak, vardığım kesin sonuç şu oldu: Mezhep çatışması kesinlikle Kur’an kaynaklı değildir; aksine, düşüncelerimizin ürünlerinden, tutkularımızın özünden ve çıkarlarımızın dokusundan kaynaklanmaktadır. Kur’an ise hepimize, onun ipine sarılmamızı emretmektedir. ‘(Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın)’ ayetinde de görüldüğü gibi ‘bir taife olarak’ değil, ‘hep birlikte’ diye buyurmaktadır.

Nurani hakikat ise asla parçalara ayrılamaz. Aksine O, alemlere rahmettir. Biz ise (Kur’an) metinlerini terk ederek kendi nefislerimizin çevresinde Kur’an’ın adı ile mezheplere bölündük.(1)

  1. Eğer baş kesilirse, beden ölür. Lübnan sadece tüm bedeni ve ruhu ile yaşayabilir. Lübnan’ın gücü ise; tüm mezhepleri ile Hıristiyanlar ve Şia, Sünnilik, Alevilik, Dürzilik ve Müslümanlığın diğer tüm mezhepleri olmak üzere tüm farkılılıklarının gücü iledir. Doğu Arap gerçekliğinin bir mikro kozmosu olan bu görüntü ortadan kaldırılırsa, Yeni Muhafazakarların (Neo-Con’ların) ‘müjdelediği’ gibi yeni bir harita ortaya çıkacaktır. Bu sebeple başkanlık koltuğunu boş tutanların(2) Hıristiyan ve İslami özgünlüğüne dönmelerini diliyoruz, çünkü İslami derinlik, Hıristiyanlığın özüdür, Hıristiyanlığın özü ise İslam’ın ahlakında ve tezahürlerinde yeralan hoşgörüdür (3).
  1. Müslümanlar olarak gerçek hayatta ruhlarımızı yeniden biçimlendirmek istiyorsak, din ve dünya yararımız için bu Kur’ân’ı kendimize anayasa olarak kabul etmeliyiz. Çünkü insanı dünya ve ahirette tüm sıkıntılardan ve helak olmaktan koruyan ve onun faydasına olan tüm davranış biçimleri ve pratik yollar Kur’an’da yer almaktadır. Çağdaş dünyamızda ve günümüz gerçekliğinde karşılaştığımız en önemli şey, farkında olarak yahut olmayarak düşünce ve algılarımızı değiştiren teknolojik gelişim ve kaynağı doğu yahut batı olsun tüm toplumların küreselleşme sonucunda ortaya çıkan yeni zihniyetleridir. Zira bu şekilde yeni verilerin etkileri zihnimize girmekte ve ilahi hukuka ve kendisine ait olduğumuz köklere dönmemizin önüne geçerek, ilerleme ve medeniyet adı altında varlığımızın bir parçası haline gelmektedir (4).
  1. İnsan bir beden ve bir imgedir ve insan imgesi bizim için kutsaldır. Bu kutsallıktan ötürü resuller ve peygamberler de insan gibi ve insan imgeleri olarak gelmişlerdir. İlk insan, Efendimiz Adem idi ve Allah O’nun yüceliğini ve kutsallığını ortaya göstermek adına meleklere O’na secde etmelerini emretmiştir (5).
  1. Muhammed’in bedeni ve imgesi üretken Muhammedi sünnetten başka bir şey değildir, O’nun ruhu ise Allah’ın, ilmi ve şeriatini nruhundan içine üflediği Kur’an’i anlamlardır. Beden, fiziksel aleme ve toprağa aittir, imge toprak ile nur arasındaki berzahtır, ruh ise ilahi hakikatin gerçeğidir (6).
  1. Bizim yolumuz ve Allah Subhânehu ve Teâlâ’ya ulaşma vesilemiz Ali ve Ehl-i Beyt’tir. Guluv, Hululilik, Vahdet-i Vucûd, Tafvid, Hallacilik, Bestamilik inançları yahut saga sola sapmak değildir. Zira Allah birdir, tektir, hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır, Tevhit şahitliği, Allah’ın bir olduğunu ikrar etmeyi gerektirir (7).
  1. Varlıkların kuvvetlerini ve kainatın özelliklerini düşünen herhangi bir kimse, kozmik varlıkların, kendi özellikleri ve diğer varlıklar üzerindeki etkileri ile hareket ettiklerini ve yaşam gücünün bu şekilde devam ettiğini görür. Nitekim her bir gezegenin, yansıması ve çekimi ile etrafındaki diğer varlıklar üzerinde bir etkisi vardır. İşte bu şekilde ışık da yaşam ve etkinin enerjisidir. Öyleyse niçin bu etki gücünün peygamber ve resullerde olmasını yahut Allah’ın herhangi bir peygamber yahut vasiye kendi iradesiyle bir kudret bahşetmesini yadırgıyoruz? Bu kudret sadece Allah’ın dilemesine bağlı olduğu ve insan sureti, Allah’ın yarattığı en üstün suret olduğu halde bunda garip olan nedir? (8).
  1. Gerçek guluv, iki ayağı ve iki gözü olan, koşan ve gülen bir varlığa mutlak ilahlığı ve göklerin ve yerin yaratılışını isnat etmektir, evet! Ama yine, Allah’ın kalbine Kur’an’ı indirdiği Muhammed’i (s.a.a.), güneşi geri çeviren ve Ay’ı yaran Ali’yi (a.s.) ve Ehl-i Beyt’i bizler gibi sıradan ve hata yapabilen varlıklar olarak görmek de gerçek gulüvün ta kendisidir. Zira bunu yaptığımız zaman övülmüş olan aşırılıktan batıla çıkmış oluruz. Ki Allah-u Teâlâ, “Dininizde hak üzere olmak dışında aşırılığa kaçmayın. (Mâide, 77)” diye buyurmuştur. Hak üzere aşırıya kaçmak ise tevhidin özüdür (9).
  1. Namaz, dinin temel direğidir ve tüm ameller ona bağlıdır. Bundan ötürü namazını düzgün bir şekilde eda eden kimsenin imanı da dosdoğru olur, imanı doğru olan kimsenin ameli de dosdoğru olur, ameli doğru olan kimse ise dosdoğru yol üzere  olur(10).

… İbadet, zamanın dönüşümü içerisinde ibadet eden kulun samimi ışıltısının Allah’ın nuru ile birleşmesidir. Beş vakit namaz kılmak, ibadet kapılarından birisidir. Zira sen bu vakitlerde dünya işleriyle meşgul olduğun normal halinden çok farklı bir halde olursun. Nitekim ibadet tüm pratik yönlere hükmederken, kul hakiki ibadete ulaşabilir ve bu birleşmeyi sürekli kılabilirse sadece Allah ile ve O’nun gücü ve marifeti ile bakar, duyar, yürür, yer, içer, sever, buğz eder ve hareket eder (11).

  1. Açık seçik kıyafetler giymek ve kişinin çıplak bedenini teşhir etmesi İslam ile kesinlikle bağdaşmaz. Kadının; yüzü, iki avucu ve ayakları hariç olmak üzere vücudunun diğer bölgelerini örtmesi gerekir. Zira kadının hakları ve onuru da bunu gerektirir; çünkü kadın annedir, kız kardeştir, kız evlattır, teyzedir, haladır. O, toplumun yarısıdır. Evin hanımı odur ve o doğru olduğu zaman ev de doğru olur (12).
  1. Mezarları, özellikle de Allah’ın velilerinin ve salih kullarının türbelerini ziyaret etmek, insanın vefasına ve salih atalarının izlerine bağlılığına delildir. İnsan, yüce amelleri ile kutsanır ve değerli olur. İnsanlık ise gerek bilim adımı gerek filozof gerek mücahit gerek reformcu gerekse sosyal bilimci olsun bu kişiler bilinçli bir bakış açısı ile bakmış ise hepsine değerini verir.  Geçmiş salih atalarına ve dedelerine değer vermeyen kimse için miras ve veraset de yoktur. Ancak ziyaretlerin kendi adabı ve kutsallığı vardır. Tevhit ehli müminlerin ve velilerin türbelerinin etrafında taşkınlık yapmak ve laubali davranmak caiz değildir (13).
  1. Alevi Müslümanlar, Arap Yarımadası’na sonradan gelmemişlerdir. Onlar, Araplığın ve İslam’ın özü ve efendileridir. Çünkü eğer O olmasaydı İslam’ın hiç bir direğinin de var olamayacağı İmam Ali bin Abi Talib’e bağlıdırlar (14).
  1. Ebu Abdullah el-Hüseyin b. Hamdân el-Hasibi (k.a.r.) İslami bilim kentinin medeniyetinden bir yol ve süluk edinmiştir. Gerek Kur’ani vahyedilmiş metinler gerekse Peygamberin vahiy sünnetleri olsun namaz, zekat, oruç, hac, cihat, iman ve amel yönünden tüm emirler konusunda  yolun ve şeriatin birbirine bağlı ve asla birbirinden ayrılmaz olduğuna inanmıştır. Ona göre, zahir ve batın sadece derinlik ve derinleşme derecesini adlandırmaktan başka bir şey değildir. Giriş tefsirdir, istikrar ise derin anlamlardadır. Zahiri namaz bedenin hareketidir, batını namaz ise bir sembole işaret etmektedir ve namaz kılan kimse bu şekilde namaz kılarken samimiyetinin şeffaflığı ve marifetinin ışığı ile Ahad, Deyyân olan Allah ile birleşir. İşte diğer tüm farzlarda da durum bu şekildedir (15).
  1.      ‘Perdeler sahibi beni çağırınca ona icabet ettim.

                Coşkunun şiddetinden ötürü onunla kendimden kayboldum’ (16).

Mekzun yücelik Rabbine icabet etmiştir, davet ise Rabbin ona yaptığı kalbine yansıyan davetidir. Zira bu ruhsal bir çekim ve samimi bir özlemdir. Böylece Mekzun sadece Allah’a yönelerek her türlü fiziki ilişkiden arınmıştır. Coşku, sevinç ve üzüntünün zıtlığını içeren bir kelimedir. Zira Allah hakkında hakiki sevinç, hakiki üzüntüyle birdir. İşte Mekzun’un katında da sevinç ve üzüntü eşitlenir. Nitekim o (davete icabet etmesinin ardından artık), maddesel olarak kendisine ulaşacaklardan ötürü sevinmemekte ve maddesel olarak kaybettiklerinden ötürü de üzülmemektedir. İşte züht, hakiki tasavvuf, nefsi iffet ve akli basiret budur. 

İcabet etmek ruhsal bir çekimdir. Parçanın, tümüne ve dalın, köküne çekimi gibi türün, türüne dönüşüdür. Gezegenler ve yıldızlar döner ve kendi yörüngelerinde varlıkların tabiatleri, güçleri ve özellikleri ile yüzerler. Tüm varlıklar da evrensel bir çekim ile, bir taraftan ilahi kudret diğer taraftan da yaratılanların etkisiyle hareket eder, etkilenir ve etkileşime girer. Aynen Allah-u Teâlâ’nın buyurduğu gibi: Hepsi de belirlenmiş bir vakte kadar akıp gider. (Lokmân, 29)”, “Biz, Allah’a aitiz ve elbette O’na döneceğiz. (Bakara, 256)” Buradaki dönüş, ister itaat ederek kişinin kendi seçimi ve Allah’a olan özlemiyle olsun isterse de boyun eğdirilerek ve helak olmanın zorlayıcı mecburiyetiyle olsun çekimdir. 

Ruhların davete icabeti Allah’a duyulan özlem duygularının çekim gücüdür. Cüzi nefsin, Külli Nefse dönüşüdür. Çünkü var olanlar, özellikle de kurallara bağlı olan tabiat aleminde (Dokunma, hissetme/duygu sahibi olma ve algılama) varlığın içindedirler. Dokunma madenler, bitkiler ve tüm hayvanlara ait bir özelliktir. Hissetme hayvanlara ve insanlara ait bir özelliktir, algılama ise sadece insanlara ait bir özelliktir. İşte böylece insan, algılama ve duygusal/ruhsal idrak yoluyla, ‘doğruluk makamında, tüm gücü elinde bulunduran hükümdarın yanına (Kamer, 55)’ yani Yaratıcısı’na çekilir.

  1. Kuran ve Sünneti kendi görüşüne göre yorumlayan kişi tamamen reddedilir. Zira görüş, insana; Kur’an, İlah’a; Sünnet ise Peygambere aittir. Kur’an ve Sünnet, her ikisi de birbirini tamamlayan bir bütündür. Görüşün ise bu ikisinin geniş okyanusuna dalma imkanı yoktur. Caferi döneminden bir sonrakine giden yoldaki fikir insanlarını takip edenler, birçok düşüncenin, sahiplerini ve düşünürlerini temsil ettiğini görür. 

Ayrıca bazı mezhep imamlarının da bazı hadis ve peygamberlik hükümlerini reddettiklerini görmekteyiz. Bununla birlikte, peygamber hadislerinin gerçekliğini araştırmak için aşırı titizlik gösterildiğini de görmekteyiz. Aslında bu konu bu denli derin araştırma ve inceleme gerektirmemektedir. Çünkü Kur’an’ın anlamları ve özü hakkında basiret sahibi olan bir alim, peygamberlik hadislerinden herhangi birini ilk kez gördüğü zaman bunun doğru mu yalan mı olduğunu zaten idrak edebilir. Çünkü Kur’an, her şeyin açıklamasını içeren sarsılmaz bir külliyattır. İçerisindeki geniş ilimden ötürü de Masum İmamlar, Kur’an’ı ve Sünnet’i hiçbir çelişki ve zıtlık olmaksızın açıklamışlardır. 

BÜYÜK ALİM DR. MUSTAFA EL-RÂFİ’İ’NİN, ‘İSLAMIMIZ’ ADINDAKİ KİTABINDA ALEVİ MÜSLÜMAN TOPLUMU HAKKINDAKİ ADİL YAZILARINDAN ÖTÜRÜ ONA YAZMIŞ OLDUĞU KASİDE

‘İslamımız’ (kitabı), yıldızları harflere dönüştürerek nutkeden üst dudaktır.

Parıltılı kanatlarını bulutların üzerinde açmış fısıldamaktadır.

Karın eriyerek kaybolması gibi karanlığın zifiriliği yok oldu, 

Düşman yok saymak adına gözlerini kapadı, seven ise coşkuyla şölen yaptı.

O ise hiç birisini umursamadı, sadece hakikati söylemekle yetindi.

Benim şehrim Tırablus’tur, sahillerinde kestirmek ne de güzeldir!

Beşiğinde çiy büyür ve orada üstün kimseler yalınayak yürür. 

Bu şehrin halkı onurlu kimselerdir, vefa ehli dostların sulbünden gelmişlerdir.

Minberleri ve üstün akıl ile meşhurdurlar, 

Zaman ise buna şahit olmuş ve onları böyle tanımıştır.

Ey Urfa’nın gölgesi ile nimetlenmiş şanlı kişi,

Bu şahir nice şairler ve eserler ortaya koyan alimler doğurmuştur.

Şifa vardır bu şehrin narenciyesinin içinde kokusu yayıldığı zaman,

Cennet çiçeği kokuları yayılır, ne de hoş ne de zariftir!

Bahar geldiği zaman ise zarafet sahibi ceylanlar iner,

Güzellik dürüldüğü ve yolcular geride kaldığı zaman.

SEYYİD HASAN ŞİRAZİ’NİN ŞEHİT OLMASI ÜZERİNE YAZMIŞ OLDUĞU KASİDE

Sevgi ile imar edilmiş bir hayatı öldürdüler,

Yıldızlarla parıldayan bir gökyüzünü yıktılar,

Dahiliğin kalbine öyle bir vuruş vurdular ki

Tertemiz tüm nefisler acı duydu bu vuruştan.

* * *

Yüce kimsenin ruhu çalışkandır,

Her ne kadar dinlense de kelebek gibi şaşkındır.

Bir edebtir ki toprağa düşmüştür,

Öyle bir yerdir ki orası, törenler vardır ama ıssızdır.

O, kibirsiz alçakgönüllü yüce bir kişiliktir,

İçinde büyük manaların kükrediği bir dinginlikle,

Bakmaktadır göz kapaklarının arasından.

Uyanıktır ve haykırmaktadır zamanın boyutlarından,

El değmemiş gerçek varlığa.

İki göz bebeğinde endişe ibareleri vardır

Ve ruhunun görülemeyen heybeti,

O peygamber boyutlarındadır ve parıldamaktadır ışık,

Büyüleyici zirvelerde simasının üzerinde.

* * *

Sabah, sorup durdu:

Nefeslerle birlikte mis kokusu yayan ilahiler nerede artık?

Dost, fısıldaması ile gecenin ıssızlığını giderir,

Huşu içerisinde gece namazı kılan uykusuz gözlere.

Sen bu yaratılmışların dünyasına geçerken uğrayan 

Bir güvercin gölgesi gibi olmadın hiç.

* * *

Her ne kadar günahkarın eli yükselir denilse de,

Gaddarlığının bedelini ödeyecektir elbet.

Cihat diye haykırdı ki cihatın vergisi vardır

Zalim eller kalleşlikleri ile öderler bunu

Sen ise hayattaki görevini yerine getirdin,

Uyu şimdi ahirette saadet ümidi ile.

(1) 24 Mart 2007 tarihinde Alevi İslam Meclisi başkanlığına seçilmesi üzerine Cebel Muhsin’de düzenlenen Üstad Ali Yusuf Iyd’in de katıldığı kutlamadaki konuşmasından alıntı yapılmıştır. 
(2) Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresinin sona ermesinin ardından cumhurbaşkanlığı makamının boş kalması üzerine ortaya çıkan krize atıfta bulunmaktadır.
(3) e’n-Nehâr, Nehâru’ş-Şebâb gazetesi, 14.02.2008.
(4) İslam Hristiyan Araştırma Merkezi tarafından hazırlanan “İslam, Hristiyanlık, Tıp ve Hukuk’ta Kürtaj ” isimli kitap için yazdığı yazıdan alıntıdır. Dâru’l-Fikri’l-Lubnâni, 2005.
(5) Şeyh Ali Süleyman tarafından yazılan “Alevi Müslümanlar” isimli kitap için yazdığı önsözden alıntıdır. Dar Al-Muhaceti’l-Baydâ, Trablus, 1. baskı, 2008.
(6) Bir önceki kaynak. Dar Al-Muhaceti’l-Baydâ, Trablus, 1. baskı, 2008.
(7) Bir önceki kaynak. Dar Al-Muhaceti’l-Baydâ, Trablus, 1. baskı, 2008.
(8) Bir önceki kaynak. Dar Al-Muhaceti’l-Baydâ, Trablus, 1. baskı, 2008.
(9) Bir önceki kaynak. Dar Al-Muhaceti’l-Baydâ, Trablus, 1. baskı, 2008.
(10) “Alevi Müslüman’ın Namazı” isimli kitabından alıntı yapılmıştır. Trablus, 1996.
(11) Bir önceki kaynak. Trablus, 1996.
(12) Bir önceki kaynak. Trablus, 1996.
(13) Bir önceki kaynak. Trablus, 1996.
(14) Rasad Kültür Dergisi, 39. Sayı, 1994.
(15) ‘İslami Şeriatte Alevi Derinliği’ isimli kitabından alıntı yapılmıştır.
(16) Emir Hasan b. Mekzun el-Sincâri’nin bir kasidesinin ilk beytidir.

NOT:
ÇEVİRİ: AHMET YAPRAK.
YAYINA HAZIRLAYAN: TEVFİK USLUOĞLU.