Serkan KAZAN
Yaşlı bir kentin yorgun insanlarıyız biz…
Alnımız çizgili ve kaşlarımız çatıktır. Çalıştıkça var oluruz. Ve emekle bağlanırız hayata…
Bir gün yeniler bir hafta yorulan bedenimizi… Pazar sabahları bir kahvaltı, bir kahve ve tv keyfidir. Sukünet ve eğlence ısmarlarız, bir günlük dingin zamanımıza.
Çay demlenmiştir artık, kahvaltı vakti geldi. Saat 10 olmuştur. TRT’de Western kuşağı başlıyor. Veya diğer bazı özel kanallarda çocukluğumuzun kahramanı Red Kit… Betonlarından sıkıldığımız şehir, bizi ahşap evlerle kurulu kasabanın içine itivermiştir. Arka fonda Birleşik Devletler’in dağ müziği çalıyor. Country Music bu Blue Grass belkide… Müzik hızlı, heyecanlı ve bir o kadar “köylü” bir melodidir.
Zaman aktıkça elimizdeki çay bardağı soğur, bira doludur artık bardak. Bar sandalyesindeyiz. Ve fırfırlı etekli kızlar danslarıyla cezp ediyor biz kovboyları.
Amerika çöllerinin ortasında içki, dans ve para sınırsızdır. Posta arabaları yığınla şarap ve para taşır buralara. Şerif ve adamları cesurdur, kovboyların gözleri karadır. Altın madenleri bizi çok zengin etmiş. Bankalar bire beş veriyor bu küçük madenci kasabasında. Posta arabalarının getirdiği gazetede ordunun kahramanlıkları, aranan hırsızlar ve şehirdeki dans partileri vardır.
Akşama William’ın yerinde altın kızlar çıkacak dans etmeğe ve ellerinde bira bardakları ile.. Madenciler ateşli ateşli, tükenen madenin yerine nereyi kazacaklarını tartışacaklar. Bu kasaba çok eğlencelidir.
Filmde epey zaman geçti ama her zaman yaptıkları gibi bir düşman aranmaktadır. Hayata biraz aksiyon gereklidir. Evet evet kötü adamlar gereklidir bu film setine ;hırsızlar, serseriler ve acımasız yerliler aranmaktadır. Derken birkaç atlı kasabaya bir baskın yapar. Acımasız, öfkeli ve barbar yerli Kızılderililer bunlar. Bağırtılar, toz bulutları, silah sesleri ve çığlıklar ortalığı cehenneme çevirir. Ofisin penceresinden çatıdaki adamlarına bağıra bağıra direktifler veren şerif nihayet beyaz atın üzerindeki herifi haklar. Ağır adımlarla yaralı adamın yanına doğru yürüyen şerif, adama kısık sesiyle ‘Biz burada yabancıları hiç sevmeyiz’’ deyip tetiği çeker.
Biz işçiyiz ,kaşlarımız çatıktır. Alın terimize, ekmeğimize el uzatanları aynı şerifin yaptığı gibi haklayıveririz. ( Serkancığım burada Şerif sanki iyi adam olmuş bu ibare yerine başkaca bir şey yazman daha iyi olur) Alın terimize, ekmeğimize el uzatanlara karşı gövdelerimizi siper ederiz. Gibi
Her pazar böyle rahatlar, her pazartesi servis ederiz alın terimizi başkalarına. Her dost sohbetinde çıkış ararız makus talihimize.
Ve bir pazar sabahı daha geldi. Bu seferki western kuşağında trene saldırılacaktır. Kurgu aynıdır. Amaç aynıdır. Uyuşturucular aynıdır.
KAPAT O TELEVİZYONU SAHTE KOVBOY! Birileri seni fena kandırıyor. Bu eğlenceli kasabanın insanları oralara kadar getiren altından, açgözlülükten başka bir şey değildir. Atlı serseriler yaşama alanlarını korumaktan başka hiçbir şey yapmıyorlar. Barış çubukları içtikleri tepelerin madenlerle mahvolmasını istemiyorlar. Altınlar ve paralar değil, sömürülen topraklardır bire beş veren. Şerifler açgözlüleri korurlar oysaki. Ve filmin mutlu sonla bitmesi için tek olması gereken işgalin bitmesidir.
Yine bir pazar sabahı…
Haber bültenleri alternatif enerji kaynaklarından bahsediyor. Enerji şirketleri ekolojik dengelere hassasiyetlerinden bahsediyorlar. Bu santralleri satanlar, muhalifleri cehalet ve sermaye düşmanlığı ile suçluyor. Muhabirler, şirket yetkilileri ve modern zaman şerifleri gelişime direnen yerli serserilerden bahsediyor.
Tirübünlerin ayakkabımı yırttığım okul yollarına, tarım ve yaşam alanlarına, leyleklerin dinlendiği bataklıklara, kaplumbağaların üreme alanlarına, sit alanlarına, antik şehir kalıntıları üzerine dikileceğinden hiç kimse bahsetmiyor.
Maalesef ki yerler ve zaman değişiyor, setler değişiyor fakat film hep aynı kalıyor. Yerin asıl sahipleri “yabancı” olacak.
Yaşam alanlarımıza göz koyanlar ‘’ORADA YABANCILARI HİÇ SEVMEYECEKLER’’.
Fizyoterapist