Scroll Top

ABD’nin Ortadoğu Stratejisi


Dr. Naim Babüroğlu, Em. Tuğgeneral

Dünya petrol rezervlerinin %65’ine ve doğalgaz kaynaklarının %34’üne sahip olan Ortadoğu, ABD için jeopolitik bakımdan büyük önem taşır.[2] Hazar Denizi Bölgesi de, dünyanın gelecekte artan enerji kaynaklarını karşılamada önemli bir coğrafyadır.

Petrol rezervlerinin büyük bölümünü içinde barındıran Ortadoğu, ABD için uzun dönemde önemini sürdürecek bir bölgedir ve buradaki petrole ulaşmak, ABD’nin yaşamsal çıkarlarından biridir. Çünkü ABD’nin petrol kaynakları tükendiğinde, buradaki enerji kaynaklarına olan ihtiyaç artacaktır. Ortadoğu’daki petrolden sınırsız yararlanmayı garantiye almak zorunda kalan ABD’nin, Ortadoğu ve Körfez ülkelerine yönelik politikasının temel amacı, bu bölgede kendi çıkarlarına tehdit oluşturabilecek ülkelerin ortaya çıkma şansını azaltmaktır. ABD, petrol kaynaklarına kolayca ulaşabilmek için Irak’ı işgal ederek Basra Körfezi’ni; Afganistan’ı işgal ederek Hazar Havzası’nı kontrol altına almıştır. Ayrıca, Afganistan’da varlığını sürdürerek Avrasya bölgesinin gözetim altında tutulmasını da sağlamıştır. Afganistan işgaliyle ABD; Orta Asya bölgesini etki altına almayı, Rusya’nın doğudan ve güneyden çevrelemeyi ve gittikçe güçlenen Çin’i batıdan kuşatmayı amaçlar. 

Hitler ve Stalin, “Avrasya’ya hükmeden, dünyaya hükmeder” demişlerdi. ABD’nin önemli strateji uzmanlarından Zbigniev Brzezinski: “Avrasya, ABD için en tehlikeli bölgedir. Rusya’yı olabildiğince bölmek ve yalnızlığa itmek zorundadır.” der. Bu düşünceden hareketle ABD, hem Hazar Denizi’nde hem de Ortadoğu’da Rusya ve İran’ın gücünü sınırlandırmayı; Irak ve Suriye’yi parçalayarak İsrail ve Kürtlerin güvenliğini sağlamayı hedeflemiştir. 

ABD’nin Ortadoğu politikası iki esasa dayanırdı; İsrail’in güvenliği, petrol ve enerji kaynaklarının kontrolü. Şimdi üç esasa dayanmaktadır. Petrol ve enerji kaynaklarının kontrolü; İsrail ve Kürtler’in güvenliği. Çünkü ABD açısından kuzeyde bir Kürdistan’ın oluşturulması, ikinci bir İsrail demek. Orta Doğu ülkeleri İsrail’i, özellikle ABD ve İngiltere tarafından 1947’de zorla oluşturulan bir devlet olarak görür. İsrail de, Ortadoğu’yu, radikal grupların İsrail devletini yıkmak için sürekli fırsat kolladığı düşman bir bölge olarak tanımlar. Bu nedenle ABD, İsrail devletini koruma ve güvenliğini sağlama rolü üstlenmiş, her tehdit karşısında İsrail’in yanında yer almayı sürdürmüştür. İsrail’in uyguladığı insan hakları ihlallerine rağmen ABD, bölgedeki stratejik hedefleri nedeniyle İsrail’in koruyuculuğunu kararlılıkla sürdürmekten vazgeçmeyecektir. İsrail, ABD’nin Ortadoğu’daki gözetleme kulesi ve gerektiğinde Ortadoğu’da kullanabileceği çivili topuzudur. 

“Biz artık bir imparatorluğuz ve harekete geçtiğimizde kendi gerçekliğimizi yaratırız. Sizler tüm mantığınızı kullanarak bu gerçekliği incelerken, biz yeniden harekete geçer; daha yeni, başka gerçeklikler oluştururuz; siz bunu da incelersiniz ve işler bu şekilde sürüp gider. Biz tarihin aktörleriyiz… Ve siz, siz hepiniz, biz her ne yapıyorsak onları incelemekle yetineceksiniz.”
ABD Başkanı George W. Bush’un başdanışmanı[1]

Afganistan ve Irak’ta verdiği kayıplar nedeniyle, strateji değişikliğine giden ABD’nin, Ortadoğu’da artık doğrudan petrole değil, çeşitli yollarla petrol sahibi ülkelere sahip olmayı tercih etmiştir. Afganistan ve Irak’tan aldığı acı dersler doğrultusunda, “Vazgeçilmez Lider Ülke” konumunu koruyarak, “Maşa ülkeler ve/veya maşa örgütler” vasıtasıyla politikasını yürütmeyi hedefleyen ABD’nin kendini kullandıran ülkeler sayesinde başarılı olduğu söylenebilir.  ABD, 2005’te Irak anayasasını yazarken Irak nüfusunun %15’ini (%20 Sünni, %55 Şii) oluşturan Kürtlere egemenliğin %50’sini verdi. Cumhurbaşkanı, Dışişleri bakanı ve önemli devlet görevlileri Kürtlere bağışlandı.  2011’de işgal ettiği Irak’tan çekilirken, Kuzey Irak’ta kendine sadık bir Kürt Bölgesi bıraktı. Irak’ta daha fazla söz sahibi olmak için, önce İngiliz vatandaşı Kürt kökenli Fuad Masum’u cumhurbaşkanı seçtirdi. Sonra da, İngiltere’de okumuş ve yaşamış Haydar Abadi, hükümeti kurmakla görevlendirildi ve Maliki’nin yerine başbakan yapıldı. ABD, danışmanları vasıtasıyla Irak Savunma Bakanlığı ve Silahlı Kuvvetlerini kontrol altına almış durumda. Irak kuzeyinde Barzani Peşmergelerini eğiterek, yüz bin kişilik bir Peşmerge Ordusu oluşturdu.  Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın kolu PYD/YPG’ye silah ve eğitim yardımı yapmaya devam ediyor.

ABD Savunma Bakanı Mc Namara, 1967 yılında Temsilciler Meclisi Dış İşler Komitesi’nde şöyle diyordu: “Ortadoğu taşıdığı önem nedeniyle, ABD açısından önemlidir. Bu bölge siyasi, askeri ve ekonomik çıkarlarımızın birleştiği kavşaktır ve Ortadoğu petrolü, Batı için yaşamsal önemdedir.”[3]

ABD Merkez Bankası Başkanlığı’nı 18 yıl yapmış Alan Greenspan, 2007 basımlı kitabında, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin asıl nedeninin petrol olduğunu açıkça yazar. Dünya petrol rezervleri içinde çıkarılması en ucuza mal olan petrol Irak petrolleridir. 2005 yılı itibariyle, Irak’ta bulunan petrol rezervlerinin ancak %10’unun çıkartıldığı tahmin ediliyor; %90’lık büyük rezerv duruyor. Bu rezervin büyük bölümü de güneyde Basra bölgesinde yer alıyor.[4] İşte, ABD’nin Irak’ı işgal etmesinin ve Basra bölgesini sürekli kontrol altında tutmasının asıl nedeni bu. Amerika’nın Ortadoğu’yu, Irak’ı ve Suriye’yi çok sevmesinin gerçek nedeni bu.  

İsrail’in güvenliğini sağlarken, Filistin örneğinde olduğu gibi Müslüman Arapların katledilmesine göz yuman ABD, çıkarına uygun petrol politikalarını yine Müslüman Arap ülkeleri vasıtasıyla yürütmeyi hep başardı. Özetle, ABD’nin Ortadoğu’daki varlığı, bölgedeki otoriter rejimlere dayanmakta, bu rejimler İsrail’in arkasındaki Amerikan desteğini görmezden gelmekte, böylece ABD’ye petrol sağlamayı büyük bir iştahla sürdürmektedirler.

Bu denklemde ABD, kendi çıkarlarının jandarmalığını ortak olarak seçtiği “maşa ülkeler ve örgütler” vasıtasıyla yürütmekte, radikal cihatçı terörist grupları ise ülkesinden mümkün olduğu kadar uzakta, Ortadoğu coğrafyasında tutacak şekilde politikalar üretmektedir. Ancak, Irak ve Suriye kuzeyinde Kürdistan’ın kurulması ile ikinci İsrail hedefini gerçekleştirmeyi bekleyen ABD; Afganistan’da, Suriye’de ve Arap Baharı Projesinde tökezlemiş, Çin’e karşı etkili strateji geliştirememiş, Ukrayna’da inisiyatifi Rusya’ya kaptırmış, Rusya’nın Suriye’de yerleşmesine de engel olamamıştır. Bununla beraber, Kürdistan’ı oluşturma projesinde oldukça başarılı olduğu gerçeği de yadsınamaz.  

Tüm olumsuzluklara rağmen, ABD ulusal çıkarlarından asla ödün vermemiş, bir yanda “Asya’nın Gözetleme Kulesi dediği Afganistan” sayesinde Hazar Havzası’nda;  öte yanda “maşa ülkeler ve gruplar” vasıtasıyla Ortadoğu’da zengin enerji kaynaklarını kontrol etme stratejisini pekiştirmesini bilmiştir. ABD, Vietnam’dan Afganistan’a; Irak’tan Suriye’ye hızı gittikçe artan sürekli bir savaş konumundan mutlu gibidir. Dünya nüfusunun %4,6’sını, dünya ekonomisinin %30’unu, dünya tüketiminin %25’ini, dünya savunma harcamalarının %37’ini, dünya silah ticaretinin ise %45’ini elinde bulunduran ABD’nin savaş çarkı durmadan dönmeyi sürdürmektedir.

ABD Dış Politika Uzmanı, Samuel Huntingon’un 1997’de: “Karmaşık, çok kültürlü, etnik ve ırksal ayırıma dayalı iç dinamikleriyle ABD, bütünlüğünü koruyabilmek için, bugün düşmana diğer ülkelerden daha çok ihtiyaç duyuyor.”[5]demesi de boşuna değil.

Devletlerin dünya küresinde rol alabilmesi ve söz sahibi olabilmesi için ülke içinde elde edilen ekonomik ve siyasal başarıların yeterli olmadığı aşikâr. Eğer öyle olsaydı, petrol zengini Suudi Arabistan ile Körfez ülkelerinin dünyayı şekillendirmede ağırlıkları olurdu. Zengin enerji kaynaklarına sahip olmalarına rağmen, 1947’den beri güvenliği ABD tarafından sağlanan Suudi Arabistan ve topraklarının neredeyse üçte biri ABD askeri üssü olan Katar, satranç tahtasında ABD’nin çıkarlarına uygun hareket etmektedir.

ABD’de, savaş olsun da bize iş çıksın diye bekleyen yüzden fazla özel askeri şirketi yarış içinde. Yıllık, yaklaşık 600 milyar dolar bütçesi ve dünya üzerinde 700’den fazla askeri üssü bulunan ABD, özellikle savunma sanayi alanında uluslararası şirketler için bir cazibe merkezi haline gelmiştir. ABD’nin silah sattığı en iyi müşterilerin Müslüman ülkeler olması ise, değişmeyen bir gerçek. Silah şirketleri, savaş çıktıkça bu ülkelere daha çok silah satıp, daha fazla para kazanmaktadır. Bu ülkeler de kendilerine biçilen rolü daha iyi oynayabilmek için ABD’den danışmanlık ve eğitim hizmeti satın almaktadır. Bu da, ABD’ye daha fazla para ödemek demek. Dünya silah ticaretinin %45’ini elinde bulunduran ABD, bu pastayı kaptırmak niyetinde değil.

Bir ABD dolarının arkasındaki yarım piramidin üzerindeki göz, 1933-1945 yıllarında ABD Başkanı olan Franklin D. Roosevelt’in onayıyla konulmuştu. Yarım piramit ve göz: “Biz herkesi gözlüyoruz. Herkes hakkında bilgi sahibi bir gücüz” anlamındadır.[6] ABD, hem gözetliyor hem de savaş çarkının pedalını “maşa ülkelerin” desteği ile çeviriyor.

ABD’nin yeni başkanı Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı General Mike Flynn, Kurdistan TV’ye, 22 Kasım 2016’da yaptığı konuşmada: “Bana göre yeni bir Orta Doğu şekillenecek ve Irak ile Suriye bütünlüğünü koruyamayıp dağılacak. Orta Doğu’da üç veya dört yeni devletin doğacağı kanaatindeyim ve gelecekte bir bağımsız Kürdistan’ı göreceğimizi söyleyebiliriz.”[7] dedi.Ortaya çıkan gerçek; ABD’nin, Ortadoğu’da Bağımsız ve Birleşik bir Kürdistan Devleti kurma hedefinin sapma göstermeden ilerlediğini göstermektedir.

Türkiye’nin ise, yakın gelecekte daha büyük terör tehdidi altına girebileceği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Suriye’de savaşı kaybeden DAEŞ/IŞİD ve El Nusra gibi terör gruplarının, yakın gelecekte Türkiye’ye geçiş yapabilecekleri dikkate alınırsa, terör tehdidinin katlanarak artacağı bir sır değil.

Ve İki altın kural:

Birincisi, ¨Tarih ulusların tarlasıdır, ne ekerseniz onu biçerseniz.¨

İkincisi, “Uluslararası ilişkilerde ebedi dostluklar değil, ebedi çıkarlar vardır.”

Ve biz, başkalarının bulduğu silahla birbirlerini öldürüp, başkalarının bulduğu ilaçla iyileşmeye çalışan insanların yaşadığı coğrafyaya, Ortadoğu demeye devam edeceğiz.  


[1] Noam Chomsky, Geleceği Kurgulamak, İnkılap Yayınları, İstanbul, 2015.

[2] Fevzi Uslubaş, İmparatorlukların Bataklığı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul, 2005,

[3] Harry Magdoff, Emperyalizm Çağı, Odak Yayınları, 1974.

[4] İsmail Tokalak, Dünyayı Yönetenler ve Sistemleri, Güler Boy Yayıncılık, İstanbul, 2008.

[5] İsmail Tokalak, Dünyayı Yönetenler ve Sistemleri, Güler Boy Yayıncılık, İstanbul, 2008.

[6] İsmail Tokalak, Dünyayı Yönetenler ve Sistemleri, Güler Boy Yayıncılık, İstanbul, 2008.

[7] ABC Gazetesi, 23 Kasım 2016.

Benzer gönderiler