Dünyanın bu hızlı değişim ve dönüşüm serüveni içerisinde kültürel köklerini yaşatmak, bu kökleri yaşatmak adına hassasiyetleri canlı tutmak ve bu hassasiyetleri aynı canlılık ve kıvamla yeni nesillere aktarabilmek, hem de başka ve başat bir kültürün egemenliği altındayken!
Finnen’in galasından çıkarken yukarıdakiler gibi daha nice düşünce kıvranıyordu beynimde. Doğduğum ve içinde devindiğim toprakların kokusu, sesi, tanıklığı ve uzaklığı da ruhumda…
Yüzyıllar önce bu topraklara yerleşen ve günümüze kadar varlığını (ağır aksak da olsa) devam ettiren bir kültürün yaşayan çınarları vardı zira sahnede.
Silmen Dede’nin yaşamını bir vakanüvis edasıyla anlattığı söylenceleri, şiirleri… Kültürünün benliği ile yoğrulmuş kahramanlara yakılan ağıtlar, dini inanç, siyasal eğilimler, sınıfsal çatışmalar, kadının toplumsal yapıdaki etkin rolü ve yaşama uğraşı içerisinde ırgatlığın, itilmişliğin kakılmışlığın hikâyesi…
İlginç olan nokta, tüm bu hengâme içinde o yaşlı çınarların dudağının ucundaki tebessümün hala parlıyor olmasıydı. Diri ve umutlu bir tebessümdü o ve el uzatılmayı bekliyordu sanki biz hala buradayız demek için, yaşayan bu sözel kültürün belgelenmesi için, ellerinde bayrakları duruyorlardı.
Tam bu noktada, Gökhan Evecen’in hassasiyeti ve Nihat Çay’ın araştırmacı tavrının bileşkesi, düşmekte olan o bayrağı alıp tekrar göndere çekme uğraşıdır Finnen; tarihe tanıklığın belgelenmesi, koruma altına alınmasıdır ve Antakya’daki Nusayri toplumu için önemlidir.
Ayrı ayrı evlerde, düğünlerde, dost meclislerinde yaşatılmaya çalışılan ve merkeze yakın birçok yerleşkede artık yok olmuş olan bir kültürel değerin yeni nesiller için tanıtımı, görece yaşlı nesiller için hatırlatma, altını çizme eğilimidir ve egemen kültüre adapte olmakta bunca hevesli biz gençler için ise bir UYARIDIR. Diline, kültürüne, benliğine sahip çıkmak gerekliliğinin uyarısı.
‘’İnsanın kendi kimliği üzerinde diretmesinin nedeni, bu kimliğin tehdit altında olmasıdır’’ der Albert Memmi. Fanon ise; en büyük kültürel erozyonun, kendi benliğinden, köklerinden vazgeçerek hegemon kültüre bağlanmak isteği, olduğunu ifade eder.
Bir yandan küreselleşmenin bireyi ve toplumu tekliğe, tekilliğe sürükleyen ve metalaştıran eğreti tavrı, diğer yandan kendini kurumlarıyla ikame ettirerek dayatan dominant kültürün etkin rolü… sonuç olarak azınlık kültürlerinin bu topraklarda yüzyıllarca yaşadığı ve yaşayacağı yazgı ; yok olmak tehlikesi…
Bu sebeple FİNNEN’i sadece yürek okşayan bir nostaljik dipnot, milli duyguları kabartan bir es olarak değil, yok olmak tehlikesine karşı etkin bir duruş, bilinç oluşturma adına önemli bir adım olarak görmekteyim.
Gidin, izleyin FİNENN’i, ve ulaştırabildiğiniz kadar kişiye ulaştırmaya çalışın. Mümkünse kalabalık mekânlarda gösterimini sağlayın. Tarihin size göz kırptığını, sizi siz kılan değerlerin hangi evrimlerden geçerek damıtıldığını, ırgat oldukları toprakları, çalışkanlıklarıyla kendilerinin kılan o insanların alın teri eşliğinde görün.
Ve çocuklarınızı uyuturken, onlara nenelerinin, dedelerinin ninnilerini söyleyin!
Özenç ESEN