Çocukluğumuzda kulaklarımızda çınlayan bir ses “haaytalııı bici biciyy” her defasında gözlerimizin önünde kırmızı benekli beyaz zeminli gül suyu veya buzla örtülü tatlının nefis tadı bizi sokağa kapağı arttırdı. Harçlıklardan biriktirilenler hemen boca edilir.
Sadece bici bici mi? Kısıtlı harçlıklardan birer parça herbiri haftanın sadece belirli bir günde ve sanki organize olmuşçasına farklı farklı günlerde geçerlerdi aynı sokaklardan Şam Tatlısı, bici bici, şekerli kurabiye, halis limon adlı buzlu limonata satıcılarının her birinin nidası aynı güçte etkisini gösterirdi.. Kimin aklına gelirdi ya da çokça umurundaydı sağlıklı mı sağlıksız mı ya da hijyen mi değil mi diye. Her birinin kendine özgü enfes tadları vardı ya gerisinin pek önemi yoktu.
Yıllar içinde bahçeli evler yerlerini beton bloklara bıraktı. Sokaklarda boş bahçelerde oynanan oyunlar bilinmez oldu oyun diye bilgisayarlarda sanal ateşlemeler, hız denemeleri yapan çocuklar birbirlerine bakmadan ekranlara kilitlenir oldu. Tabii şaam tatlı, biciyy bicii yerine daha fazla araba klaksonu duyuluyor. Yaşam biçimi birçok şeyi arkada bırakıp unutturarak değişti. Bici bici de sanki o dönemin çocukluğunda kaybolmuş ve anılarda kalmıştı.
Yolumuz Affan kahvesine uğrayıncaya kadar. Antakya Kurtuluş Caddesi üzerinde, Affan mahallesinin( Affan Arapçada “yiğit “ demekmiş. Güvenliğin zayıf olduğu dönemlerde mahallenin güvenliğinden sorumlu gören yiğit ve sevilen kabadayılar bu mahallede yaşadığı için bu ada verilmiş. Bkz. www.affankahvesi.com) bu cadde ile olan sınırında yer alır. Klasik Antakya ev ve sokaklarını barındıran bu mahalleyi birkaç kez dolaşmış, kahvenin önünden sayısız kez geçmiş olduğum halde kahve kültürü olmadığı için hiçbir zaman uğramadığım bu tarihi binaya. Ağustos’un sıcak birgününde bir iki romanda ve basında adını tekrar hatırladığım mekâna merakla girdim. İlk girişte göze çarpanlar, yaşını almış birkaç bey amca tahta masa etrafında tahta sandalye denilince ilk olarak akla gelen en eski biçimdeki formatta sandalyeler üzerinde zaman geçirilen bir yer.
Ama görünenle yetinmeyen ve merak dolu bir bakış sizi keşfe yönlendirebilir. Tezgah altında haytalı bici bici var.. Gelmişken kâğıt oynamayacağımıza göre bir bici bici yemek gerekti. “Bici bici rica ede.. “ bilirmiyiz ağzımızdan çıkmadan “bici bici değil haytalı var” diyor kararlı bir ses. Çocukluğumuzdan baki kalan kulaklarımızdaki tüm çınlamayı bastırıp kahvenin arka duvarındaymış gibi duran bir kapıya yönlendirerek. Dikkatinizi oraya çevirinde anlıyorsunuz ki kahvahanenin bir de sanki gizemli bir bölümüne bir geçit var. İki taş basamağı aşıp taş kemerli kapıdan geçince karşınıza çıkan arka bahçe hissinizi doğru çıkarıyor. Küçük, fıskiyeli bir havuz üstü asma ile sarma yapraklarının güneş ışıklarına sadece usulunca sızma hakkı verdiği huzur veren ve sıcak havada bir tatlı nefes alınabilecek bahçe. Etrafındaki bir odada Antakya’ya ait tarihi fotoğrafların sergilendiği bir oda galeri görevi görüyor. Bu odanın duvarında bir pano da size çocukluk bilgisinin orta yaşlarda düzeltiriveriyor.” Haytalı, asla bici bici değildir.”
Nasılda yutmuşuz yıllarca “Haytalıyı” Bici bici diyerek ?
Ama öğrenmenin yaşı yok.
Affan kahvesi farkını koyuyor. Sıradan bir kahvehane değilim diyor.40 yıllık Antakya’lıya birşey daha öğretiyor Antakya ile ilgili. Kahvehane 1913’lerde yapılıyor. Bugün 4.kuşak tarafından işletilen Sahilli ailesi tarafından. Büyük amca önce orayı bir tahıl ticarethanesi olarak kullanıyor sonra da kahvehaneye çevriliyor. Adı kısa süreliğine Cumhuriyet kahvesi oluyor ama bir yasakla İnci Kıraathanesi’ne dönüyor. Resmi adı: İnci Kıraathanesi arz ederiz. Antakya ‘ya “ ait olmak böyle birşey. Bin kusur yılın Antakya’sı şimdi “Hatay Merkez “diye resmi işlem görüyor ya. Varsın mühürler öyle görsün, gönüller farklı biliyor farklı bilecek.
Serin gölgelikte metal kaşık cam kâsedeki haytalıya dalıyor üstünden iki top dondurmadan istihkakını alarak. Bici bici ile farkını yaşatan dondurma Affan kahvesi spesiyalitesi. Farkını bir kez daha ortaya koyuyor.
Yolunuz düşerse sadece bakıp geçmeyin, kahvesi ve haytalısı ile yudum yudum gıdım gıdım varın Antakya’nın bir başka zenginliğinin tadına.