Scroll Top

GÖÇ İLE OLAN HİKAYEM

HASAN YUNUS HASAN KALEMİYLE
Çeviri: Yusuf ÖZUĞURLU

Merhaba..
Sonunda 30 yaşında olmama ve yazma işinde yeni olmama rağmen hayatımın hakkında azıcık olsa yazabileceğim, hatırlanacak çok önemli şeyler yaşadığımı da sanmıyorum aslında, hatta bu anlamsız yazımdan bir kaç sayfa okuduktan sonra bir kenara fırlatılacağını da tahmin edebiliyorum. O yüzden ilk olarak ben ezik kendisine önem vermeyen biriyim, ikinci olarak da bu saçma hayatım boyunca hiçbir başarı elde etmedim, üçüncü olarak da kendimi oylamak için yazıyorum, çünkü gurbette yanlız  olma hissi çok sert birşeydir (bu yazıyı  memleketimde yazsam bile derdim ki : yıkıcı, öldürücü, üzücü gibi terimlere ülkemizde alışık olduğumuzdan dolayı yanlız olma hissi öldürücüdür) ama burda Avrupa zihniyeti ile yazıyorum, özellikle de burda İngiltere’de kafa çok rahattır, insanları da ülkenin hava durumunun olduğu gibi hep soğuktur ki senin çoğu zamanında burada hep yağmur yağar, kışları uzun ve sert, biz ise ülkemizde hep sıcak havayla uğraşırız ve bu da bizim daha çok sıcaklamamıza ve daha hızlı bir şekilde sinirlenmemize yol açıyor.

Afedersiniz, size kendimi tanıtmayı unuttum, adım Semir (bizim kültürümüzde her adın bir anlamı olmasına alışığızdır) ve Semir Ay’ın isimlerinden biridir, Suriye’nin başkenti Şam’da doğdum. Atalarımın da orada doğup doğmadığını ya da (oraya dışarıdan gelen) savaşçılar olup olmadığını bilmiyorum, çünkü bu ülke tarihi boyunca istikrarın ne demek olduğunu anlayamadı, çünkü yeryüzündeki tüm milletler bu topraklar bulunduğundan beri ele geçirmeye çalıştı, ve bildiğimiz üzere buradaki eskiler sabanı buldukları gibi alfabeyi de ilk bulanlardı. Ayrıca zeytinlerinin ve üzümlerinin çok olmasından dolayı oradaki yerel halk geri kalan tüm halklara zeytini sıkmayı ve yağından, ilaç, yemek, ve ticaret işlerinde kullanmayı öğrettiler, çünkü zeytin yağı onlarda kutsal bir yere sahipti sebebi ise peygamberlerin peygamberliği kabul edildikten sonra üstlerine zeytin yağı sürüyorlardı, ama ondan da daha önemli olan şey (dedemlerin bana anlattığına göre) başkalarına sert kış günleri içip ve ısınmak için üzümden şarap yapmayı öğretmeleriydi, ve bahsetmek istemediğim başka nice şeyler…. Medeniyetler arası zeytin yağı alışverişinden dolayı şimdi yeri olmayan çeşitli dinleri de yaydılar.. Sümer Dininde Ay’ı kutsallaştırmışlardı ve onu tanrının simgesi olarak, Keldaniler ise Güneşi kutsayıp onu tanrının simgesi olarak belirlemişlerdi, Aramlılar, Kenanlılar, Fenikeliler, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam, bunların hepsinin üç tane kutsal unsurları vardı (hak, hayır, güzellik) ve aynı zamanda hayatında hiçbirini tatmayan bu toprakları sevgi, güvenlik ve selamete davet ettiler.

Orada doğdum, ilk başta ülkem Arap Yarımadası’ndan gelep kabilelerle savaştılar, sonra da amca oğullarımız olan Farslılar istila ettiler, sonra da bizi Büyük İskender komutanlarıyla şereflendirip bir süre ziyaret etti, sonra dayı oğullarımız olan Romalılara miras bıraktılar, sonra da Araplar ikinci kez buyurup burayı tekrar aldılar, onlardan sonra ise sevgili Avrupalılar gelip ‘Haçlı Seferleri’ ismi altında 200 sene boyunca buraya hükmettiler, sonra akrabalarımız Memlûklüler geldiler, sonra da Selçuklu Türkleri gelip savaştılar, ve tüm dünyaya dinlerin  çıkış noktası biz olmamışız gibi hepsinin bize yakın olma bahaneleri dini daha fazla yüceltme idi..

Hala yazdıklarımı okuyor musunuz ?

Bunların hepsini anlatma sebebim aslında hangi genlere sahip olduğumu kimsenin sormaması içindi, hatta kendimin hangi ırka ait olduğmu bile merak etmiyorum, çocukluğumu sakin bir şekilde geçirdim sayılır, hiç bir kültürel, sportif veya sosyal etkinliklere katılmadım, ergenlik dönemim ise çoğu zaman mahalledeki kızlara yazmakla geçti, hatta bazılarıyla maceralarım var, bu huyum Şam Üniversitesi’nde okurken hatta İktisat Fakültesinden mezun olduktan sonra dahi hiç durmadı.

İş aramaya başlamıştım, devletin yaptığı memurluk sınavlarına ailem yetkisiz kişiler olduğundan dolayı girmedim, bazı arkadaşlarım beni petrol dolu Körfez ülkelerine göndermek istediler ama reddettim çünkü onlar oraya giden bazı akrabalarım ve tanıdıklarımı işlerinde başarısız olana kadar sömürdüler ve yıllar sonra  bu işi düşündükleri saate lanet ede ede elleri boş olarak geri gönderdiler..

Sonra bazı arkadaşlarım beni özel şirketlerde iş aramayı önerdiler, ama bu tür şirketlerin maddi geliri hiç iyi olmazdı, ve sonunda devlete ait bir yerde işe girecektim ama torpil (bu kelimenin bize Osmanlı hükmü günlerinden geçtiğini düşünüyorum) bulamadığımdan dolayı işe kabul edilme şansım yoktu.

Sonunda yıllarca süren ama sonunda başarısız olduğum iş arama serüveni içerisinde benim gibi işsiz ve bazıları mahalleden olan arkadaşlarımdan çok şey öğrendim,  onlardan biri büyük bir dairede yaşayan Adil’di, ailesi vefat etmiş kız kardeşi ise evli ve başka bir şehirde yaşıyordu, o yüzden Adil’in evi kendimizi geliştirmemiz için iyi bir sığınak sayılırdı, orada geçirdiğim az bir zaman diliminde kendimi iskambil kağıdı oyunu olan batakta çok ilerlettim, hatta rakının yanında meze seçiminde de kendimi bayağı bir geliştirdim, ve en sonunda sigara içmeye de başladım ve size anlatmak istemediğm onca şeyler.. Ama öğrendiğim en önemli ve hatta kendimi övdüğüm tek şey, kızlara iltifat etmeyi öğrenmekti – her ne kadar İngiliz dostlarımda işe yaramasada. Ha bu arada size siyaset konularında ne kadar iyi konuştuğumu söylemeyi unutuyordum, bu arada bilginiz olsun şu anda kültürlü ve aynı zamanda işsiz, iş bulmayı, evliliği ve düzenli hayatı beceremeyen insanların kendi aralarında siyaset konuşmaları moda oldu, bunların hepsinin sebebi ise büyük tüccarların ve devlet işlerinde öne gelen arkadaşlarının bize hiç bir şekilde bu konu hakkında düşünme fırsat tanımamaları..

Bana kendi masraflarımı nasıl karşılayabildiğimi mi soruyorsunuz? Pekala, Allah’a şükürler olsun ki bana yoldan çıkmamam için her zaman harçlık veren ve hep yanında yaşadığım babamı benden almadı.. Hayal edin, babam bana hep emekli maaşından harçlık verirdi ki ben yoldan çıkan, okulda öğrettikleri ve hiç bir zaman kimsede görmediğim değerleri satan biri olarak bana hep tavsiyelerde bulunurdu, arkadaşlarımı mescide götürmeyi ikna etmemi isterdi, Allah rahmet eylesin ey güzel insan.

Hazır mescide gidiş konusu açılmışken: arkadaşlarımla kötü bir gecede bardakları tokuştururken ertesi hafta cuma günü cuma namazına gitmeye karar verdik, o yüzden ertesi hafta perşembe günü tüm aktivitelerimizi durdurduk (anladınız ne olduklarını), yıkandık ve birbirimize unuttuğumuz namaz kılma yöntemlerini hatırlattık, ertesi gün mahallemizdeki namaz kılmak için camiye gittik, cami imamı başka bir mahalleden geliyordu ve bizim tüylerimizi diken ede ede kıyamet gününde sorgulanacığımız hatalar ve cehennem ateşinde nasıl yanacağımız hakkında fetva veriyordu. Her ne kadar tereddüt etsekte ertesi cuma da gittik ve ondan sonra bir kaç kez daha. Ama gerçekçi olmak gerekirse hiç bir eğlenceli gecemizden vazgeçmedik üstelik bizimle cehenneme eşlik edecek olan kız arkadaşlarımız da bizimle vakit geçiriyorlardı.

Bir defasında sürekli mescide takılan bir çocuk bizi akşamları yapılan dini sohbetlere davet etti, her ne kadar gitmeye istekli olmasak da gitmeye karar verdik, böylece bir kaç ders sonra,  aramızdan bazı sakallı kişiler bize mağdur edilen müslümanlardan ve bu bozuk topluluğun değiştirlmesi gerektiğinden bahsetti, ve en iyi ibadetin Allah için cihad etmek olduğunu söyledi, ve bize hep yanlış yolda olduğumuzu ve kızlarla olan ilişkilerimizi bildiklerini söylediler (sanki kendileri uzaktan izliyorlardı), ardından bize cennette verilecek olan inanılmaz cinsel güçten ve güzel hurilerden ne kadar zevk alacağımız hakkında  bahsedip durdular.

Ertesi gün babama mescidde bize sakallı kişilerin anlattığı şeyleri söyledim, besmele ve haukal çekip (bu iki kelimenin anlamını bilmeyen gayri müslümanlar için söylüyorum bismillah ve la havle ve le kuvvete ille billeh demek) oraya gitmemi yasakladı çünkü sonumun iyi olacağını düşünmüyordu, din güzel kelime ve ahlakla olur, ama ordakilerin bizi yanlış tarafa sürükleyen garip bir anlayışları vardı, o yüzden oraya gitmekten vazgeçtik..

Hala okuyor musnuz?

Kış eşyalarını toplayıp yerine ilkbaharı bırakmaya başlamıştı, böyle zamanlarda bizde yoldan çıkma isteği daha da artıyordu, ama bu bahar diğerlerinden farklıydı, o zaman o yıl için adını kim ‘Arap Baharı’ koydu bilmiyorum ama kesinlikle adı ‘Arap Cehennemi’ olmalıydı.

Tunus, Mısır, Irak ve Yemen’de karışıklıklar çıkmaya başlamıştı, sonra o karışıklıklar biz Suriye’deyken oraya da buyurdu, hızlı bir şekilde sorunlar tüm şehirlere ve köylere yayıldı, kulaklarımız füze ve mermi sesleriyle “şenleniyordu.” Üzülerek söylüyorum ki o çok güzel olan, hep güzel vakitler geçirdiğimiz evimize füze düştü, ve evde bizimle hep ilgilenen arkadaşımız Adil vardı, ağır bir şekilde yaralandı, ve bize hep alkol (ve başka şeyler) temin eden arkadaşımızı kaybettik, onun kaybıyla yetim çocuklar gibi kaldık, Allah rahmet eylesin.
Sonra babam Fransız’ların ordan çıkışından itibaren yaşadığı bu ülkeyi bu halde görünce üzülerek vefat etti ve büyük Şam’ın nasıl Şam’lara bölündüğünü ve değiştirildiğini, sonra olayların ülkeyi nasıl dini mezheblere ve ırkçılık içinde bölündüğünü gördü.. Tahminimce kendisi ülkeyi bu halde göreceğine ölmeyi daha iyi buldu, ve babam arkasından onda bulundurabileceğini hiç tahmin edemeyeceğim kadar para bıraktı ve bu olaylara karışmamamı ve ülkeden sağlığım için çıkış yapmamı istedi. Sana bana verdiğin bu tavsiye için çok teşekkür ederim, eğer beni olduğum gibi bıraksaydın savaşın önde gelen isimlerinden olurdum, ya da hırsız, ya da sakalımı uzatıp terörist olmuştum, o yüzden bu yol şimdilik kurtulmanın en hızlı yolu.
Neyse, cenazeden sonra kötü arkadaşlarımla bu ülkeden uzamaya karar verdik, diğer arap ülkelerine gitme ihtimallerini konuştuk ama ordaki misafirperverliklerini hatırlayınca vazgeçtik, sonunda Avrupa ülkelerinden birine Türkiye’den geçiş yaparak gitme kararı aldık.
Eğer hala okuyorsanız size Türkiye’ye nasıl gittiğimi anlatacağım, ama şimdi uyumam lazım iyi geceler.

İyi akşamlar,
Ben, Selim ve Muhammed Türkiye’ye kesin gidiş konusunda karar verdiğimizde Suriye’deki olaylardan bir bahar süre geçmişti, ben ve Muhammed pasaportlarımızı almıştık, ama Selim almamıştı, İdlib şehrine gidip oradan kaçak bir şekilde Türkiye’ye geçme kararı almıştı çünkü orda hükümet mülteciler için bir kapı açmıştı, ve aynı zamanda olaylar başlamadan önce de mültecileri barındırma yerleri açılmıştı, ve oraya gittiğimizde eğer Selim de sağ varırsa iletişime geçmenin bir yolunu bulup Avrupa’ya devam edecektik.

Böylece benle Muhammed Şam Havaalanına yol aldık, Selim’de bizden önce yola çıkıp İdlib’e gitmişti  ve yolda bazı sorunlarla karşılaşsa da sağ salim vardığını söyledi.

Havalanında sanki büyük bir hata işlemişiz gibi herkes gözünü bize dikmişti, neyse sonra Beyrut’a gittik, havaalanında Türkiye’ye gidecek olan uçağımızı beklerken havaalanı işçileri, polisler ve komutanların Suriye’lilere nasıl davrandıklarını görünce kendimizi garip hissettik, sonunda uçağa binip 2 saat sonra Adana’ya yol aldık, orada tam bir günümüzü gezerek ve lezzetli dürümler yiyerek geçirdik. Sonra oraya aynı anda varacağımızı tahmin ettiğimiz arkadaşımız Selim’i aramaya gittik, oraya vardığımızda şehrin merkezinde olan eski otogarın yakınlarında ucuz bir otel tuttuk, otelin sahibi ticaretin artmasından dolayı mutluydu, ertesi gün otelde kendini (özgürlük) adına savaşan o yüzden Suriye emniyeti tarafından aranan 2 tane genç çocukla tanıştık, ama sonra bu dediklerinin hepsinin boş laflar olduğunu öğrendik, ve bizim gibi Avrupa’ya gitmek istediklerini öğrendik. Gençlerden biri bize sınırdaki askeri bölgelerden tanıdıkları olduklarını, arkadaşımızı bulabileceğini söyledi, sonra bize adını vermek istemeyen ve kendini bize ( Abo Kutayba) diye tanıtan kişiyle görüştük, kendisi bize devrime katılıp çok para biriktirmeyi önerdi, ondan rica ettiğimiz şeyi yerine getirdi ve bir insanın yüzüne baktığında nasıl biri olduğunu anlayabileceğini ekledi. Bana ve Selim’e baktığında bizi (şımarık) gençler olarak gördüğünü söyledi, kendimizi sağlama almak için ona karşı hep espirili şekilde davrandık çünkü yüksek mertebelerden tanıdığı Türk polisler vardı. Bize arkadaşımızı bulacağını, karşılığında ise bir miktar para alacağını söyledi, biz de kabul ettik, böylece 20 gün Abo Kotayba’dan Selim için haber bekledik, ve sonunda onu bize getirdi ve biz mutluluğumuzdan anlaştığımız paranın daha fazlasını ödedik,

2 gün Antakya’da dolandıktan sonra karayolu ile 18 saat süren yolculukla İstanbul’a gittik, Abo Kutayba Yunanistan Adalar’ına kaçmamız için yardım edebilecek birinin iletişim bilgilerini verdi, İstanbul’a gittiğimizde o kişiye ulaştık ve bizi İzmir’de orda kalmamız için bir otelin adresini verdi, ve o otele doğru yola koyulduk, yaklaşık 5 saat sonra varmıştık.

Oturup maddi durumumuza baktık, adamla yüksek bir miktara anlaşmıştık ama paramız kalmamıştı, biz de adama yakın durup bize gemide yer ayırması için yalakalık yapıp durduk, kişi başına 6000 Euro’ya anlaşmıştık ama uzun pazarlıklardan sonra kişi başına 2000 Euro’ya düşürdük, bize polislerde tanıdğı olduğunu, deniz devriyelerinde hafifleme olduğu zaman kendisine haber verdiğini söyledi.
Bir kaç gün sonra adam bizi arayıp hazır olmamızı, bize araba göndereceğini ve o arabanın bizi bota götüreceğini söyledi, 2 saat yol aldıktan sonra bizi botun olduğu yere getirdi, orada çocuklar ve kadınlar vardı, adama anlaştığımız parayı verdikten sonra bizi şişme bir bota bindirdi ve Yunan Ada’larına doğru yola çıktık.
Yola çıkmadan önce adam bize botun küçüklüğünden dolayı herhangi bir tartışma veya hareket olmaması için uyardı, dalgaların yüzümüze vurmasına, havanın soğuk olmasına rağmen o yolu gittik ve uzaktan adanın ışıklarını gördük, kıyıya yaklaşınca adam bize inmemizi ve sudan kıyıya doğru yürümemizi söyledi, kadınlar bu fikri çok beğenmesede indiler ve kıyıya vardığımızda bazı kişilerle karşılaştık, bize yunanca sesleniyorlardı ve bize çok uzak olmayan polis merkezine gitmemizi söylüyorlardı.
Ve işte Avrupa yolculuğumuz başlamıştı, polise teslim olmaya gitmiştik, bize çok nazik davrandılar ve isimlerimizi kaydettiler, insanlar bize yemek ve su getirdiler sonra da otobüslerle hostele götürdüler, oraya erkekleri, kadınları ve çocukları bize yakın başka bir yere götürdüler, Birleşmiş Milletler’den bazı kişiler geldi ve bize bazı sorular sordular, işleri bittikten sonra bizi kabul eden ülkelere göndereceklerini söylediler, 10 gün sonra polis gelip bizi bir gemiye götürdü ve Atina’ya doğru yaklaşık 500 kişi ile yola çıktık.
Atina’da bizi kampa benzer bir yere yerleştirdiler, oranın halkı bize yemek ve su getirerek yardımcı olmak istiyordu, Yunanlar bize karşı çok naziktiler, ülkelerinde ekonomik kriz vardı umarım Allah yardımcıları olur çünkü hepsi çok iyi insanlar ve orda Suriyeli Hristiyan Velilerinin yaklaşık 3000 kiliseye isim verdiğini öğrendik, sayıdan emin değilim.
Atina’daki kahvelerde eşcinseller doluydu, ülkedeki ekonomiz krizi fırsat bulup ülkedeki gençlerle geziyorlardı, Yunanistan’da uzun zamandır kaçak yaşayan Arap ve Kürtler vardı, onlar belli bir ücret karşılığnda Belçika Hollanda veya Fransa’ya tırlarla kaçış yollarını kolaylaştırıyorlardı. Tırla olmasının sebebi ise Sırbistan ve Makedonya’nın kendi sınırları içinden Avusturya’ya giden mültecilere çok sert davranması.

Birleşmiş Milletler’den bir heyet bu ülkelerdeki yetkililerle görüştükten sonra bize kolaylık sağlanacağını söylediler, tüm mülteciler kişi başı yol ücreti olarak 100 Euro ödedik ve yola koyulduk. Avusturya’ya vardığımzda bazı mülteciler Almanya’ya bazıları Norveç’e bazıları ise Lüksemburg’a gittiler, arkadaşımız Selim ondan önce Almanya’ya hareket eden akrabalarının yanına gitme kararı aldı, parası bittiğinden dolayı ona yardımda bulunduk, böylece hep iletişimde kalmak üzere ona veda ettik, ben ve Muhammed Fransa’da Kali adında bir şehre gitme kararı aldık, orası Fransa-İngiltere deniz sınırıydı, ordan İngiltere’ye kaçak yolculuk yapılıyordu. Bizi kaçakçılıkta profesyonel olan kişilerle tanıştırdılar,1000 euro karşılığında, sürücünün haberi olmadan insanları tıra bindirip gönderiyorlardı, tır kilitlendikten sonra o kilidi açıp insanları içeri sokuyorlardı ve yanlarına bir tanesi ihtiyacı gidermeye diğeri ise su içmeye yarayan 2 şişe veriyorlardı. İnsanları içeri koyduktan sonra kapıları kapatıp profesyonel bir şekilde sanki hiçbirşey olmamış gibi geri kilitliyorlardı.

Telleri aşıp tırların olduğu alana atladıktan sonra Muhammed son anda geri adım attı ve Fransa’da kalacağını veya Hollanda’ya gideceğini söyledi, ben ise İngiltere’ye gitme konusunda ısrarcıydım çünkü İngilizce’yi iyi bir şekilde konuşuyordum, o yüzden beni tıra iki tane Afrikalı gençle koydular, şişelerimizi verip hiçbir şekilde ses çıkmaması için konuşmamızı söylediler.
Tır yemek malzemeleriyle doluydu, adamları kapıyı kilitledikten sonra saatlerce konuşmadan o karanlıkta durduk ve sonunda tır çalıştı, kalbim korkudan durmak üzereydi ama o iki gencin orda sessiz bir şekilde durması sessizliklerini arada yanlarında getirdikleri bisküvileri yiyerek kesmeleri içimi rahatlatıyordu, karanlık yüzünden kimse birbirini görmüyordu, tır yolda bir kaç kez durmasına rağmen kapı hiç açılmamıştı, en sonunda ise tır durdu ve şöför kapıyı açtı, açar atmaz içerden iki gencin fırlamasıyla birlikte şaşkına uğradı, ben ise sanki felç olmuşum gibi orda dona kalmıştım, polis ben alıp götürene kadar ne kadar süre geçti hiç bilmiyorum, onlara sığınmak istediğimi söyledim ve bir kaç evrak getirip kaydımı yaptılar, sonra beni (refugee) ye götürdüler, orda bir kaç kişiyle beraber bir oda ve çok az bir miktar para verdiler, dairedeki çocuklar bana uzun sürenin ardından Suriyelileri kabul ettiklerini söylediler ve rahatlattılar, ve şu an için çok ucuza olsa da kaçak işçilik yapabileceğimi söylediler. Ama şimdilik ilticam kabul olana kadar bu para bana yeterliydi sonra kadrolu bir şekilde hükümetin belirlediği maaşla çalışabilecektim.

Ve şimdi ise bir süper markette düşük bir maaşla çalışıyorum, diplomam kabul edildi ve hala ilticamın çıkmasını bekliyorum, şu an önemsediğim tek şey yakınlarda oturan bir kadınla arkadaşlık kurmaktı, çünkü inanın bana fazlasıyla sıkılıyorum..

İyi uykular.