EDİBE RAHBAY ALTUNÖZ
Sana Özlem doluyuz, minnetarız Şeyh Edip… Tarihin her döneminde topluma yön verenler, farkındalık yaratanlar hep bedel ödemiştir. Kolay değil sömürüye dayalı her çeşit imkâna sahip erke karşı adalet savaşı vermek. Kolay değil erke karşı halkın yanında olmak. Kolay değil ezilmiş, cahil bırakılmış bir halkın içinde aydınlanma kıvılcımı oluşturmak. Ve Şeyh Edip’in yol hikâyesi de bu zorlu taşlarla örülüydü…
Şeyh Edip Rahbay 1904 yılında Antakya Bıḥsēṣa (Dörtayak Mahallesi üstü Habib-i Neccar Dağı eteğinde) mahallesinde doğmuştur. Babası Şeyh Muhammed, Suriye/Ştabraḳ köyünden, gençken Arapça öğretmenliği yapmak üzere erkek kardeşiyle Antakya’ya yerleşmiştir. Annesi Habḳa Hanım Samandağlı Şeyh Ḥātim Temimigillerdendir.
Şeyh Edip Rahbay 1904 yılında
Antakya Bıḥsēṣa (Dörtayak
Mahallesi üstü Habib-i Neccar Dağı eteğinde) mahallesinde doğmuştur. Babası
Şeyh Muhammed, Suriye/Ştabraḳ köyünden,
gençken Arapça öğretmenliği yapmak üzere erkek kardeşiyle Antakya’ya
yerleşmiştir. Annesi Habḳa Hanım Samandağlı Şeyh Ḥātim Temimigillerdendir.
Şeyh Edip, annesi ve babası öldüğünde 19 yaşında iken ailenin en büyüğü olarak
toplam 6 kardeşin bakımını üstlenir ve Samandağ’a yerleşir… Zordur küçük
yaşta kardeşlerine hem anne hem baba olmak hem de taifesi için zorlu bir mücadele
vermek.
Antakya’nın Türkiye’ye ilhakı ile
birlikte kardeşi Şeyh Maʕrūf 17 yaşında Suriye’ye geçmeyi seçince (27 Nisan 2015’te Şeyh Maʕrūf’un
Ştabraḳ köyündeki Alevi katliamında mezarı tahrip edilmiştir.) Şeyh Edip
buradaki halkının sevilen genç şeyhi olarak onları yüz üstü bırakmaz ve
Türkiye’de kalmaya karar verir.
İlk etapta Samandağ’da eğitim, barakadan oluşmuş okullarda ve sadece elit
denebilecek birkaç ailenin çocuklarıyla yapılıyordu. O yıllarda Samandağ’da
okuma yazma oranı son derece düşüktü. 1940 yıllardan itibaren yaşadığı
coğrafyada her ailenin kapısını aşındırdı: “Ya çocuğun senin gibi fellah,
maraba olacak ya da okula gidecek, eğitim alacak, öğretmen, doktor, avukat,
mühendis vs. olacaktır” diyerek çocukların okullarda eğitim görmelerinin
gerekliliğine etrafındakileri ikna etti.
Halkı kız-erkek ayırmadan çocuklarını marabalıktan fellahlıktan kurtarmanın
yolunun okul olduğunu ikna ettikçe okullar çocuklarla dolmaya başladı.
”Cehaleti yenecek tek silahın eğitim” şiarının altını çizip inancımızın da
temelinde bilginin yattığını, o yılların eğitimsiz ve cahil bırakılan
halkımızın zihnine işledi. Cahil kalma lüksümüz yoktu. Okul yüzü göremeyen
dedelerimizin evlatları, torunları artık eğitimle tanışıp feodal ağaların
kölesi olan maraba ve fellahlar yerine, öğretmen, mühendis, doktor, eczacı,
hukukçu olmalıydılar.
Ve kızlar… Eğitime erkeklerden daha fazla kızların ihtiyacı var zira gelişmiş
toplumun mimarları kadınlardır. Bir
ailede çocukları eğitip hayata haırlayan, iyi ahlak kurallarını ilk tanıştıran
annelerdir, derdi. Bu nedenle kızlarımızın okullara gönderilmesi için üstün
çaba sarf etti. (O yıllarda okula ilk kendi kızlarını gönderdi). Kızların
okullarda eğitim almasının yanında kendi kimlikleri konusunda da eğitilmesi
gerektiğini savunuyordu. Örneğin “İslâm’a göre kadınlar toplumsal
faaliyetlerden uzak tutulmalı” gibi zehirli propagandaların aksine,
kadınların cesur, hakkın savunucusu ve inançlı bir nesil yetiştirmedeki rolüyle
toplumsal yükümlülükleri en az erkekler
kadardır. Toplumsal/dinî sorumluluklar ve bu sorumluluk gereği, hak ve batıl,
velâyet ve rehberlik gibi konularda konumlarını belirlemelerini; hakkı
savunmalarını, gerektiğinde meydanda olmalarını bunun da ancak kadınların
eğitimi ile olacağını savunur, ve yine şu örneği verirdi:
Kerbelâ’da bulunan kadınların
bazısı, örneğin Hz. Zeynep, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Safiye, Rukiye ve Ümmü Hanî,
Hz. Ali’nin (a.s) çocuklarıydılar. Bazıları Benî Haşim’den ve farklı
kabilelerdendiler. Hz. Hüseyin’in kızları Hz. Sekine (Sukeyne) ve Hz. Fatıma da
Kerbelâ’da olanlar arasındaydılar. Bu kadınların ortaya koyduğu tablo, iffet ve
ilâhî sınırları koruyarak hakkı savunmak amacıyla, mücadele ve cihad
meydanlarına katılmanın mümkün olduğunu gözler önüne sermektedir. Kadınların
gerek Kerbela kıyamı boyunca gerekse kıyam sonrası musibet ve zorluklar
karşısında göstermiş oldukları
sabır ve direniş ve İslâm’da en büyük cihadlardan sayılan Kerbala’da
“zorba hâkim karşısında çekinmeden hakkı söyleme” cesaretleri
ortadadır. Bu hususta, özellikle Hz. Zeynep’in yaptığı konuşmalar, Hz.
Hüseyin’in kızı Hz. Sekine ‘nin (Sukeyne) dik
duruşu ve feryadı bu kıyamın göz ardı edilmeyecek ve kadının önemini
vurgulayacak örneklerdir, derdi. Tarihte bu tür hadiseleri anlatarak Ehl-i Beyt
kadınının bu örnek ve ilkeli duruşunu örnek gösterirdi.
Şeyh Edip, inancımızın güzelliğini bozan sonradan eklenmiş hurafeler nedeniyle
iyice anlaşılamadığını, yanlış olduğunu savunduğu bu hurafelerin bazılarının
ayıklanmasında da o dönem önderlik yapmıştı. Önce kan davalı düşman aileleri/sülalelerini
Seyyidina el Hıdır (a.s) Türbesinde yemin
bozma adakları eşliğinde barıştırıyor. Aradaki husumetleri bitiriyor. İnanç adına hurafe kapsamında yapılmakta
olan bir sürü geleneği ayıklıyordu. Örneğin ölen bireyin defin edilir edilmez,
dana kesilip toplanan insanlara yemek sunumundan ibaret “REDDİ” diye
bilinen bir geleneği kaldırır. Fakir halkın aynı anda hem babayı, hem de geçim
kaynağı danayı kaybetmesini, yaslı halleriyle misafirlere yemek, içme hizmeti
etmelerinin hem de bunun inanç adına yapılmasını mantıksız buluyordu.
Ailelerde kız çocuğu evlenirken alacağı çeyiz
dışında miras hakkı yoktu. Bu haksızlığı bitirmek için mücadele verdi. Hala tam
çözüldüğü söylenemese bile o günlerden itibaren aileler aydınlanma düzeylerine
göre 4’te 1 veya 3’te 1 veya eşit pay dağıtım yapmaya başladılar.
Şeyh Edip, ‘İnancımızda akla mantığa uymayan hiç birşey yoktur.’ diyordu.
Tarihte özellikle Emeviler’den bu yana sultanlar eliyle yapılan hatalar yeni yeşermiş İslam dininin
farklı kollara ayrılmasına, yüzyıllarca katmerleşecek düşmanlıklara, masum
canların ölümüne vb. sebep olmasından
başka işe yaramadığını, bunu önlemenin yolunun da tarihi iyi bilmek ve objektif
olarak yorumlamaktan geçtiğini, objektif yorum için de eğitim ve akıl
gerektirdiğini vurgulardı.
”Şeyhlik bilgeliktir.’’ derdi. Şeyhlerimizin toplumu ilgilendiren her konuda
bilgi sahibi, özellikle din konusunda toplumun tüm gençlerini eğitme
misyonlarının olması gerektiğini hararetle savunurdu. Bu arada devletin Diyanet
İşleri Başkanlığının Alevi Şeyhleri için
de maaş ödemesi gerktini savunurdu. Kuran iyi analiz edilirse bilimle
çelişmeyeceğini dile getirirdi. Çelişkinin “Neden? Niçin ? Nasıl?” sorularını
sorabilecek, cevabını araştırabilecek ve yorum yapabilecek bilgi edinme
tembelliğimizden, eksikliğimizden kaynaklı olduğunu vurgulardı. 900’lü yıllarda
Arap Alevi Hamdani dönemini, bilimin, aydınlığın merkezi olan bu uygar
insanların sonradan başlayan akıl almaz katliamlar, kaç-göçler ile nasıl kötü
koşullara mahkum edildiğini anlatırdı.
O yılların Türkiye’sinde ve Samandağ’ın koşullarında halkımızın bilinç düzeyi
düşünüldüğünde bu fikirleri savunmak ve yerleşmesi için çabalamak kolay
değildi. Bu yüzden Şeyh Edip’in hayatı oldukça zordu. Ve onun mücadelesinde
Samandağ’da ailelerin büyük çoğunluğunda, yaşlılar erk sahiplerinin yanında yer
alırken gençlerin büyük
çoğunluğu ise hep Şeyh Edip’in yanında yer almışlardı.
Samandağ Seyyidina el Hıdır (a.s) ve çevresi Alevi vakfına aitti. Osmanlı padişahı sultan Abdülhamit döneminde çıkan ferman gereği olarak Aleviler vakıfla ilgili hiçbir yerde görev alamıyorlardı. Bu fermanla Samandağ Seyyidina el Hıdır (a.s) makamında hiçbir Alevi görev alamayacaktı.
Şeyh Edip’in babası Şeyh Muhammed El 3Alim bu yanlışı düzeltmek üzere Beyrut’a bulunan Fransız başkomiserliğine dava açmışlardı. Samandağ’da bulunan makamın nasıl elimizden alındığını anlatarak bu makamın yerinin bize iadesini istemişti. Dava beş yıl kadar sürmüş ve sonunda Şeyh Muhammed El 3Alim davayı kazanmış, Hıdır (a.s ) makamı da esas sahiplerine yani Alevilere iade edilmişti. Babasından sonra Şeyh Edip, Samandağ’da Seyyidina el Hıdır (a.s )Türbesinin bakımını da üstlenmişti. Seyyidina el Hıdır a.s Türbesinin bakımını 1920’lerden 1960’lı yılların sonuna kadar sürdürdü. Yerel yönetim tüm gücünü kullanarak ve akıl almaz hilelerle onu bu görevden uzaklaştırdı. Nasıl uzaklaştırılmasındı ki!
Samandağlı olmayan çocuk yaşta sayılacak genç bir şeyh geliyor, yerleşik feodal düzeni yerle bir ediyor. Buradaki yerel yönetim bir ailenin tekelinde olmasının demokrasiyle çeliştiğini fark ediyor. Gerçek anlamda demokratik normlara uygun şekilde seçimlerin yapılmasının yolunu açıyor. Onun çabaları ile ilk defa belediye yönetimi de el değiştiriyor.
Şeyh Edip’in halkı için yaptıkları üç farklı kesimi rahatsız etti:
- Din adına yaptığı iyileştirmelerden, aydınlıktan ve aydınlanmadan rahatsız olan bazı şeyhler rahatsızdı.
- Kızların okullara gönderilmesi ve inanç konusunda geri bırakılmaması ve üstüne de eşit miras hakkı mücadelesiyle pek çok feodal aileyi karşısına almış oldu. Bunu fırsata çeviren bazı güçler “namusumuz olan kız çocuğu mektebe göndertiyor” diye bir kısım cahilin entrika ve öldürme girişimlerine maruz kaldı.
- Eğitimli bireylerin çoğalması toplum farkındalığını da yükseltti. Halık cehaleti ve feodalite sayesinde uzun yıllar yerel yönetimi elinde tutanların işini zorlaştırıyordu ve Şeyh Edip’le aralarında ciddi sorunlar ceryan etti. Güya belediye tasarrufundaki Seyyidina el Hıdır (a.s) türbesinin bakım ve türbenin ihtiyaçlarının giderilmesi için verilen gelirlerden Şeyh Edip men edildi.. Buna mukabil Şehy Edip karşı mahkeme açtı. Seyidna el Hıdır 1948 de Vakıflar gn. Müdürlüğünün düştüğü şerhi yerel belediyenin sümen altı ettiğine dair karşı dava açtı. (Bununla ilgili uzunca süren mahkemeye lehine sonuçlandı Lakin lehine sonuçlanan mahkeme kararı vefatından 2 ay sonar ailesine geldi.)
69 yıllık ömründe pek şeyin üstesinden gelen yüreği yaşatılan strese, ihanetlere, mağduriyetlere yenik düşer
Yüksek tansiyona bağlı kardiyak sorunları oluşan Şeyh Edip 3. kalp krizini atlatamayarak 15.05.1974 de vefat etti.. Ani ve erken gidişi bir çok projesini ve bizleri büsbütün yetim koymuştu.
Kütüphanesinde Plato’dan Marx’a kadar felsefe kitaplarını, birçok fizik, biyoloji, dilbigisi, tarih kitaplarını barındıran, zengin sohbetli ve mücadeleci babamızın erken ölümü biz çocukları için tarifsiz bir yokluk. Ancak fikirleri dünya görüşü, onun çocuğu olmanın gururu bu yokluktaki tek rehberimizdir. Zira biliriz ki, Şeyh Edip’in bu coğrafyada verdiği mücadele ve aydınlanma kıvılcımdan pek çok mangal yürekler filizlendi ayrık otlarına rağmen… Şeyh Edip Rahbay’ın kızı